Hayatımızın her alanını etkileyen korona virüs salgını ile uzamanlar sosyal medyaya olan ilginin arttığını ifade ediyor. Bir yıldan fazladır genelde evde vakit geçirilmesi ile sosyal medya kanallarının çok fazla kullanıldığını belirten uzmanlar, bunun beraberinde sosyal medya bağımlılığını da getirdiğini belirtiyor. Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan gazeteci Gürkan Özturan, pandemi ile başlayan sürecin en büyük getirilerinden birisinin aynı zamanda sosyal medya yorgunluğu olduğuna dikkat çekiyor.

Pandeminin sosyal medya kullanımı nasıl artırdığına ilişkin gazeteci Gürkan Özturan ile bir sohbet geçekleştirdik. Özellikle de pandeminin ilk birkaç ayında sosyal medya kullanımının yoğun bir biçimde artış gösterdiğini ifade eden Özturan, “2006 yılında sosyal medya ilk ortaya çıktığı zamanlar mecralarına ‘evimizin alt katındaki kahve gibi oldu’ deniyordu büyük bir yanılgıyla. Esas pandemi gibi fiziksel dünyanın kısıtlandığı bir ortamda tam anlamıyla o kahvehaneye dönüşmüş oldu sosyal medya” dedi.

Öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ben Gürkan Özturan, Medya Araştırmaları Derneği, Türkiye Avrupa Vakfı, Travma ve Hayat Derneği yönetim kurulu üyesiyim, aynı zamanda yurttaş haberciliği ve profesyonel gazeteciliğin kesişim noktasında konumlanan bir yeni medya mecrası olan dokuz8haber’in idari yöneticisiyim. 13 yıldır profesyonel olarak gazetecilik yapmaktayım, uzmanlık alanlarım arasında aşırı sağ hareketler, radikalleşme ve kutuplaşma ile toplumsal mutabakat sağlama süreçleri bulunuyor. Türkçe’nin yanısıra İngilizce, İsveççe ve yeterli düzeyde olmasa da Almanca ve Yunanca biliyorum. Özellikle dünya medyasını yakın takip ederek güncel gelişmeleri izlerken aynı zamanda dokuz8NEWS hesabını yöneterek Türkiye’nin yerel haberlerini dünya okurlarına sunuyorum.

Gazeteci Gürkan Özturan

“MEDYA OKURYAZARLIĞI ELZEM BİR HAL ALIYOR”

Sosyal medyanın etkisi her geçen tüm dünyada büyümeye devam ediyor. Siz son süreçte bu etkiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Matbaanın icadından bu yana bilgiye erişim gittikçe daha da demokratikleşiyor. Toplumlar bilgiye erişim adına birilerinin yönlendirmesinden hızla kurtuluyorlar. Eski döneme kıyasla bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda medya sahipleri ve onların genel yayın yönetmenlerinin eşik bekçiliği vazifesini bugün üstlenen binlerce hatta onbinlerce etkili sosyal medya kullanıcısı bulunuyor. Bu elbette geleneksel anlamda medya alanında konfor alanlarına yayılmış olan eski dönem mecra ustalarını rahatsız ederken, toplumun hür bir biçimde doğru, güvenilir ve teyitli bilgiye erişebilmesi açısından yeni bir fırsat sunuyor. Elbette tarih boyunca bilgiye erişim üzerinde bir tahakküm oluşturmuş olan kişiler, dijital çağda da boş durmayarak kendi etki alanlarını oluşturmaya çalışıyorlar. Bugün sosyal medya mecralarına baktığımızda, geleneksel medya sahipliği ile topluma istediği düzeyde sirayet edemeyenler, troll ordularını harekete geçirerek algı yönetimi ve rıza üretimi çabalarında bulunuyorlar. Bunu yaparken aslında her ne kadar yeni medya ve sosyal medya araçlarını kullanıyor olsalar da, geleneksel olarak bilgi üzerindeki tahakkümlerini yeniden tesis etmek adına eski yöntemlerin yeni yansımalarını üretiyorlar. Bu noktada, kullanıcılar için sosyal medya okuryazarlığı, hatta genel olarak medya okuryazarlığı elzem bir hal alıyor. Baktığınızda büyük bir kesim sosyal medya mecralarında gördüğü her şeyi koşulsuz ve sorgulamadan doğru olarak kabul ederken, aslında nasıl tehlikeli bir çarkın parçası olabileceğini gözardı ediyor. ABD’de son on yılda yaşananlara bakacak olursak örneğin, ilk olarak hususi verilerin sızdırılmasıyla başlayan bir süreç, milyonlarca yurttaş üzerinde sosyal medya deneyleri yapılmasıyla devam etti; ardından habersiz olarak bu deneye maruz kalmış olan kişilerin büyük bir kısmının desteğiyle Trump başkan oldu, 4. yılın sonunda başkanlığı kaybettiğinde ise yine bu kitle yönlendirilerek ülkenin demokratik kurumlarına bir darbe girişimi gerçekleştirildi, vekilleri ve senatörleri ölüm tehditleri altında rehin alınmak üzereydi. Tüm bu potansiyelini düşündüğünüzde, sosyal medyanın yayılışı etkili ve milyarlarca kişi için çok önemli bir bilgi kaynağı fakat bunu yaparken medya okuryazarlığı ile dijital haklar ve hürriyetlerinin farkında olan toplumlara yönelebilmek önemli.

Sosyal medya artık ABD seçimleri sonrasında da tanık olduğumuz gibi dünyada gündemi belirler duruma geldi. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? İlerisi için bu anlamda bizi neler bekliyor olabilir?

Aslında bir önceki soruda kısmen yanıtladığım bu soruya dair, şöyle bir şeyi de eklemek önemli; ABD’de bilgi sızdırılması ve kişilerin hususi verilerine dayalı olarak neyi beğenip neye inandığının nitelikli bir araştırma ile incelendiği noktada, algısı yönlendirilmeye en müsait kitlenin belirlenerek seçim sonuçlarına etki edecek düzeyde yalan bilgiye maruz bırakılması dünya için önemli bir gösterge. Türkiye de ABD’de yaşanan bu skandaldan azade değil. Bu verilerin kimin elinde olduğu, ne şekilde kullanılabileceği, hatta Uganda’da olduğu gibi hükümetler tarafından doğrudan propaganda amacıyla kullanılıp kullanılmayacağına dair hiç bir kesinlik bulunmuyor. Bu nedenle, sosyal medya mecralarında varlık gösterirken, hususi verilerin güvenliğinin sağlanması, karşılaşılan içeriğin eleştirel olarak değerlendirilmesi elzem. Böylesi bir ortamda tabii doğru, güvenilir ve teyitli bilgiye erişim nasıl olacak? Ne şekilde gördüğümüz bir içeriğin hakikati yansıttığından emin olabiliriz? Bunun yanıtı, sosyal itibarda saklı...

“HAKİKATİ ARAYANLAR LİNÇ EDİLİYOR”

Sosyal medya bilgi kirliliğinin de çok fazla olduğu bir alan. Kullanıcılar sosyal medya kullanırken aldıkları bilginin doğru olması için nasıl bir yol izleyebilir?

Bugün baktığımızda çok satan gazeteler ve en çok izlenen TV ekranlarının sadık kitlelerine baktığımızda bir kısmı “benim duymak istediğimi söylüyor, yalan da olsa bizim yalanımız” şeklinde hakikati umursamadığını ve ne kadar yüksek sesle yalanı bağırırsa o kadar haklı olacağını ilam ediyor. Bununla birlikte, sosyal itibara dayalı bir mecra olan sosyal medyada yanlış bilgi paylaşan birinin hakikati arayanlarca linç edildiğini defalarca gördük; öte yandan yalan bilgiyi yayan birinin ise artık takipçi bulması -geleneksel medyanın yalana sadık kitlelerine hitap etmiyorsa- pek kolay olmayacaktır. Bu nedenle de daha önce de belirttiğim gibi, medya okuryazarlığı yetileri gelişmiş haber tüketicilerinin vereceği kıymet çok önemli hale geliyor; günün sonunda onlar artık dijital çağın eşik bekçileri. Bu eşik bekçisi kişilerin de hata yapabileceklerini yine de unutmamak gerekiyor; ve benim en azından bireysel olarak beklentim, bir kişi hata yapmışsa bu hatalı paylaşımını doğrudan silmek yerine düzeltme yayınlayarak takipçilerinden af talep etmesidir. Umuyorum ki kullanıcılar özgün içeriklerle varlık gösterecek, alıntılarının kaynağını belirtecek ve paylaşımlarının sorumluluğunu üstlenecekler.

Sosyal medya platformlarından Türkiye’de temsilcilik açılması istendi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sıradan bir ülkede olsa aslında desteklenebilecek bir talep yerel temsilcilikler açılması. Fakat Türkiye’de gördüğümüz haliyle kabul edilip yürürlüğe giren sosyal medya yasası, baskıcı ve zorlayıcı bir temele dayanırken kullanıcıları korumaktan oldukça uzak. Mecralara yüklü miktarda para cezaları, erişim engeli gibi tehditlerle bezenmiş, yerli bir temsilci atama zorunluluğu getirirken, bu temsilcilerin küresel anlamda varlığını ifade hürriyetine borçlu olan mecraları sansür maşası olarak kullanma potansiyeli barındıran böyle bir yasanın varlığı hem yurttaşların bilgiye erişim hakkına hem de basının haber yapma özgürlüğüne karşı büyük bir tehdittir. Aynı zamanda yasanın içeriğinde bulunan “içerik kaldırma emirleri” ile ilgili kısım gelecek kuşaklar için de çok büyük bir sorun yaratacağa benziyor. Dijital toplumsal hafızanın silinmesi anlamına gelecek olan bu uygulama, aslına bakıldığında kütüphanelerin yakılmasından pek de farklı değil. Önceki haliyle sosyal medya yasalarının uygulamalarına bakıldığında erişim engellerine karşı “nasılsa bir şekilde yeni bir yöntemle yine erişirim ben o mecralara” diyenlere karşı bu defa yeni haliyle yasa bir şekilde mecraya erişebilenlere boş ekran göstereceğe benziyor. İçeriği devlet tarafından arındırılan mecralar toplumları cahil bırakmaktan öte gitmezken, bir yandan da 21. yüzyılın dijital sorunları olan -yakın zamanda Türkiye’de birçok örneği bulunan- hususi verilerin çalınması, dijital miras hakkı ve bir çok yeni yükselen sorunun çözümünü de öteliyor. Teknolojik geleceğimizin önemli adımlarının atılması gerekirken, şu an maalesef bizler sosyal medyada eleştirel söylemlere karşı açılan davalar, soruşturmalar, şafak baskınlarıyla gözaltıları konuşuyoruz ve küresel büyümenin gerisine düşmeye devam ediyoruz.

Covid-19 virüsünün sosyal medya üzerinde nasıl etkileri oldu peki? Sosyal medya kullanımı pandemi ile arttı mı? Buna ilişkin araştırmalarınız var mı?

Bu konuda bir araştırma yapmadık açıkçası; fakat gözlemlerimiz özellikle de pandeminin ilk birkaç ayında sosyal medya kullanımının yoğun bir biçimde artış gösterdiği yönünde oldu. 2006 yılında ilk ortaya çıktığı zamanlar sosyal medya mecralarına “evimizin alt katındaki kahve gibi oldu” deniyordu büyük bir yanılgıyla. Esas pandemi gibi fiziksel dünyanın kısıtlandığı bir ortamda tam anlamıyla o kahvehaneye dönüşmüş oldu sosyal medya. Önceki yıllarda da sosyal yaşamı yeterli düzeyde yaşayamayan gençliğin uğrak yeri olan sosyal medya mecraları, yaşlardan bağımsız olarak kişilerin birbirleriyle en çok iletişim kurduğu yerler oldu. Son bir yılda ailesiyle yüz yüze görüşememiş çok sayıda kişi bu mecralar sayesinde hasret gideriyor, dostlarıyla buluşuyor, tartışıyor...

“PANDEMİ SOSYAL MEDYA YORGUNLUĞUNU GETİRDİ”

Sosyal medya bağımlılığı diye bir kavramdan bahsediliyor. Siz bu kavram hakkında ne düşünüyorsunuz? Covid-19 beraberinde sosyal medya bağımlılığını da getirdi mi?

Pandemi ile başlayan sürecin en büyük getirilerinden birisi aynı zamanda sosyal medya yorgunluğu oldu. Her nasıl ki bir zamanlar fiziksel dünyanın tacizkar ve huzursuz ortamından kaçmak için özellikle gençler sosyal medyaya akın etmişlerse, bu defa da sosyal medyada kendilerinin maruz kaldıkları içerikler, ya da kullanım sürelerine dayalı olarak ekran yorgunluğuna boğulmaları nedeniyle belirli bir noktada ekran-dışı faaliyetlere yönelim de oldu. Sosyal medya gibi etkileşimli mecralardan daha tek taraflı bir eğilim de görmek mümkün; kendisinin tepki vermesine gerek bırakmayacak nitelikte içeriği dijital ortamlardan tüketebileceği -özellikle müzik ve film/dizi- mecralara yönelenlerin sayısı azımsanabilecek bir seviyede değil.

Ancak bir bağımlılıktan ziyade sosyal medyaya yoğun yönelimi gençliği sarmalayan kendilerini huzursuz edici fiziksel unsurlar çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Toplumların kendine sürekli olarak bir rahatlama yöntemi aradığı gözönünde bulundurulacak olursa, evinde aile fertleriyle hiç sorunsuz yaşayan kişilerin azlığı, TV’yi açtığında sansürlenmiş ekranlarda genellikle gergin ve tartışmalı içeriklerin fazlalığı, sürekli olarak sokakta kendini tehdit altında hisseden kişilerin fazlalığı ışığında, nispeten kendini fiziksel ve psikolojik olarak koruma altında hissettiği ve aynı zamanda hususi bir ekran olarak kimsenin doğrudan gözetimine maruz kalmadan kendisini rahatlatabileceği bir yöntem olarak çok sayıda kişi sosyal medyaya yöneliyor.

Bugün “internet bağımlılığına karşı” kampanyalar yürütüldüğünü görmek mümkün; dünya ortalamasının üzeirnde internet ve sosyal medya kullanımı olduğu düşünülüyorsa aslında burada bunun nedenlerine bakmak gerekli. Birçok Güney Amerika ülkesinde cunta idaresi altında milyonlarca kişi kendilerini pembe dizilere, dans partilerine, ucuz romantik hikayelere ve gazetelerin yayınladığı uyduruk tariflere kaptırmıştı, çünkü başka bir sosyal rahatlama yöntemi bulamıyorlardı. Bugün yine özgür olarak nitelenmeyen ülkelerde sosyal medya mecralarına yönelimin ve özellikle kapalı devre iletişim mecralarının yaygınlığı benzer bir modele dayalı. Benim bizzat gördüğüm en etkin kullanım örneğin İran’daki gençlerin kendi aralarında kurmuş oldukları ağlardı... Burada mecraların bir bağımlılıktan ziyade bir kaçış yolu olarak algılandığını görmek mümkün.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Geçtiğimiz yıl yazmış olduğum İnternette Özgürlükler Raporu’na umuyorum ki bir gün artı puanları ekleyebileceğimiz günler gelecek ve Estonya gibi dijital devrime öncülük etmiş ülkelerle rekabet edebilecek, gençliği yurtdışına kaçmak için kendini baskılamadığı bir ortamda yaşamak dileğiyle.

https://freedomhouse.org/tr/country/turkey/freedom-net/2020

[rapor sayfasının en üstünde dil seçeneği mevcut]

(Türkan ÇATAL YILDIZ)

Editör: TE Bilisim