İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nde öğrenciyken, Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğü'nde çalışmaya başlayan ve TRT Erzurum Radyosu'nda spikerlik görevini yürüten gazeteci İsmet Solak ile gazeteciliği konuştuk. Hürriyet, Yeni İstanbul Gazetesi ve Anka Haber Ajansı'nda gazetecilik yaptıktan sonra, Bülent Ecevit'in Basın Müşavirliğine getirilen duayen gazeteci Solak, şu değerlendirmelerde bulundu: "ABDİ İPEKÇİ'NİN ÖĞRENCİSİYİM" İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'nden mezun bir gazeteci olduğunu dile getiren Solak, "Ben Abdi İpekçi, Burhan Felek, Bedii Faik, Cavit Orhan Tütengil, Sabri Esas Siyavuşgil ve Ahmet Kılıçbay'ın öğrencisiyim. Öğrencisi olduğum bu hocalar, gazetecilikle yakın ilişkisi olan, gazetelerde kendi dalında yazılar yazan insanlardır. Örneğin Siyavuşgil olağanüstüydü.  Muhsin Ertuğrul tiyatro eleştirisi dersimize gelirdi. Ondan edindiğimiz bilgi belki hepsinden daha değerli bir bilgiydi" dedi. "MUHSİN ERTUĞRUL DERSE; SEVMEYİ ÖĞRENEMEZSENİZ GAZETECİ OLAMAZSINIZ DİYE BAŞLADI" Muhsin Ertuğrul'un ilk derse seviniz diye başladığını kaydeden Solak, "Ertuğrul, insanı seviniz, doğayı seviniz, hayvanları seviniz, dünyayı seviniz derdi. Derse sevmeyi öğrenemezseniz gazeteci olamazsınız diyerek başladı. Bütün gazetecilik Enstitüsü öğrencilerine, Gazetecilik Enstitüsü kimliğini göstererek istediği tiyatro eserine sınırsız olarak gidip seyretme imkanını tanıdı. Bizden izlediğimiz tiyatronun eleştirisini istiyordu. Ama tiyatro eleştirisi tiyatro sanatçısını yerin dibine sokmak değildir, ondaki sevgiyi topluluğun önüne sermektir derdi. Bu hocalarımızdan çok şeyler öğrendik" diye konuştu. "GAZETECİLİK BİR AŞK, BİR TUTKUDUR" Gazeteciliğin bir kadının sevgilisine düşkün hali olduğunu söyleyen Solak, "Bulaştığın anda kurtuluşun imkansızdır. O bir aşk, tutkudur. Çocuğunu sever gibi seviyorsun. Stajyerlik yaptığım dönemlerde ayda 175 lira yol parası verirlerdi. 1963 yıllarından bahsediyorum. Stajyerliğimi 7 ay sonra bitirip kadroya girmeye çalıştığım yıllarda kadroya giremedim. Doğan Nadi beni kadroya almadı. Çünkü o yıllarda gazeteci askere giderse aldığı maaşın yarısını alabiliyordu. O zamanki patronlar bu kadar zengin değildi. Bu parayı veremezlerdi. Askerliğini yapmamış adama kadro vermiyorlardı" ifadelerini kullandı. "İSMET PAŞA UZUN SAÇLARIN BANA YAKIŞMADIĞINI SÖYLEYEREK SAÇLARIMI KESTİRDİ" Kendisine kadro verilmediği dönemin İsmet Paşa'nın başbakan olduğu yıllara denk geldiğini belirten Solak, "İsmet Paşa'ya gittim. İsmet Paşa ne yapıyorsun dedi. Ben kendisine şunu söyledim; hem CHP'nin Kırklareli Geçlik Kolu başkanıyım hem de Gazetecilik Enstitüsü'nün yeni başkanıyım. Şaşırdı. Ne kadar çabuk, ne kadar çabuk dedi. Saçlarım uzundu. Bu saçlar ismete yakışmaz diye bağırırdı. Koruma polisine bir lira vererek beni meclis berberine gönderdi. Meclis berberine 75 kuruşa tıraş olup döndüğümde benden paranın üstünü istedi. Yani o kadar güzel ve tatlı anılar var ki, gazeteciliğin tatlı yönleri bunlardır" şeklinde konuştu. "RADYO SPİKERLİĞİ SAYESİNDE BÜTÜN ÇEVREYİ TANIDIM" Yaşanan güzel anılar sayesin de Ankara'yı tanıdığını ifade eden Solak, "1965 Yılında Ankara'da Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nde işe başladım. Nihat Kürşat o dönemlerde bakandı. Nihat Kürşat dedi ki; madem ki gazetecisin her sabah gazete özetlerini bana sen getireceksin. Bir yıl burada çalıştım. Okulu bitirdikten sonra yedek subaylığına gittim. Ondan sonra da kapılar açılmaya başladı. Erzurum'da yedek subaylık yaparken TRT'nin açtığı radyo spikerliği sınavını kazandım. Hem yedek subaylığı yaptım hem de TRT'de çalıştım. Erzurum'da radyo programı yaparken bütün çevreyi, memleketi tanıdım" dedi. Duayen gazeteci Solak daha sonra ki konuşmasını şu şekilde sürdürdü: "12 MART'TA HARBİYELİ KİMLİĞİME BAKARAK BENİ İFADEYE ÇAĞIRDILAR" 1969 yılında tekrar İstanbul'a döndüm. İstanbul'da Yeni İstanbul Gazetesi'ne başladım. Yazı İşleri Müdür'ü oldum. 2 sene sonra 12 Mart muhtırasıyla sıkı yönetim ilan edildi. Sıkı yönetim yıllarında beni iki defa  çağırdılar. Ben eski Harbiyeli olduğum için, Harbiyeli sicilime bakarak beni çağırıyorlar. Hiçbir şey yok fakat eski Harbiyeli diye çağırıyorlar. Aramalarda oğlumun yatağına süngü soktular. Daha iki yaşında bir çocuğun yatağından bahsediyorum. Ne yapıyorsunuz dediğimde de; yasak yayın arıyoruz dediler. "TEMİZLİK İŞÇİLİĞİ YAPTIM, CAM SİLDİM" Yurt dışına gittim. Yeni İstanbul Gazetesi sahibi Kemal Uzan yurtdışına giderken 20 sene mektup yazdım. Kemal Uzan'ı herkes eleştirir ama o dönemlerde cebinden bir tomar para çıkarıp bana verdi. O dönemin parasıyla 14 bin lira. Bu para ile yurtdışında altı ay idare edersin. Yeter ki burada içeri girme dedi. Ben yurtdışına gidip iş buldum. Temizlik işçiliği filan yaptım. Cam sildim. Sonra 1973'te seçimler olduğunda Ankara'ya döndüm. O gün bugündür Ankara'dayım. "ANKA AJANSI SOLUN BÜTÜN ÖRNEKLERİNİ BARINDIRIYORDU" Yeni İstanbul Gazetesi'nin Ankara temsilcisi Teoman Eren o dönemlerde daha yeni kurulan Anka Ajansı'nın Yazı İşleri Müdürü oldu. Bende iş arıyordum. Beni Anka Ajansı'na aldı. Burada işe başladım. Anka Ajansı'nda meclis muhabirliğine baktım. Anka Ajansı sadece Günaydın Gazetesi'ne yayın yapıyordu. O sene birden bire Cumhuriyet ve Milliyet Gazetesi'de bize üye oldu. Anka Ajansı o dönemin en parlak ajans konumuna geldi. Altan Öymen, Uğur Mumcu, Erdal Çetin, Ali Polat, Füsun Özbilgen, Hayri Birler ve ben çalışıyorduk. Hayri Birler'i stajyer diye aldık. Fakat Milli İstihbarat ajanı çıktı. Biz haber öğretiyoruz meğer o rapor hazırlıyormuş. Sonra MİT Daire Başkanlığı'na atandı. Yani solun bütün örnekleri Anka Ajansı'nda vardı. Olağanüstü gazetecilik yapıyorduk. "ESKİDEN SENDİKACILIK VE ÖRGÜTLÜLÜK VARDI" Çoğu kişi hem gazetecilik hem köşe yazarlığını yapıyordu. Her birimizin köşesi vardı. Maaşlarımız da diğerlerinden daha iyiydi. Çünkü gece yarılarına kadar çalışıyorduk. Mecliste Bütçe Komisyonu'nda haber sektirmezdim. Birçok değişik siyasi liderlerle çalıştım.Liderler gazetecilerle nasıl konuşulduğunu çok iyi biliyorlardı. Bugün ise gazeteciye düşman gözüyle bakılıyor. Patronlara listeler gönderilerek gazeteciler işten atılıyor. Eskiden sendika vardı, toplu sözleşmeler yapılırdı. Örgütlü bir güç vardı. "BİZ İSTİFAMIZI SUNARKEN ERTUĞRUL ÖZKÖK İSTİFADAN VAZGEÇTİ" Ben sendika genel sekreterliğine adayken seçim günü Ertuğrul Özkök beni aradı. Gel biz dört kişi istifamızı verdik sende aramıza katılır mısın dedi. Ben vekaleti başkasına bırakıp oraya gittim. Ben de istifasını sunanlar arasına katıldım ve Hürriyet'ten istifa ettik. Ertuğrul Özkök istifalarımızı vermeye giderken, dört tane istifayı verdi kendisi de istifa etmekten vazgeçti. Arkadaşlar ben kalıyorum dedi. Ecevit Altan Öymen'e haber göndermiş demiş ki; bana öyle bir gazeteci gönder ki, hem CHP kültürüne sahip olsun hem de gazeteciliği iyi olsun. Hem gündemi tartışalım hem gazetelerin gündemini yorumlayalım. Altan Bey diyor ki sizin bu tarifinize uyan tek bir adam var. Oda İsmet Solak'tır. Ecevit'in basın müşavirliğini yapmaya başladım. Ecevit; tam aradığım adamı bana göndermişsiniz dedi. "DANDİ DANDİ İLE MİLLETVEKİLLERİN ZAM İSTEDİĞİNİ ANLADIM" İsmet Solak gazeteci değil, haberciydi. Bir haberi yakaladım mı sonuna kadar araştırırdım. Bütçe komisyonunu izlerken dandi dandi laflarından milletvekillerinin kendilerine zam istediğini anladım. Gece yarısıydı ve sabaha kadar o haberi yazdım. Teoman Eren bu yaptığım haberi Cumhuriyet'e, Milliyet'e ve Günaydın'a özel para ile sattı. Dandi dandi olayı milletvekilleri arasındaki şifre olayıdır. milletvekillerinin zam istediği olaydır. Gece yarısına kadar TRT ve ben kalmıştık mecliste. Fakat TRT'deki arkadaşımız milletvekillerinin dandi dandisinden bir şey anlamadı. Demokratik Sol Parti kurulduğu dönemlerde Ecevit tarafından Kırklareli'de milletvekilliğine aday gösterildim. 1100 oy ile milletvekilliğini kaybettim. "GAZETECİ ETNİK, DİNİ PROPAGANDAYA YER VERMEZ" 2002'de AKP iktidara geldi. AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte, İsmet Solak, Mümtaz Soysal, Kurthan Fişek ve İstanbul'dan bir arkadaşımız işten atıldık. İşten atılma süreci devam etti. Bizden altı ay sonra Emin Çölaşan ve onunla birlikte kamuoyunda bilinen üç kişi daha atıldı. Günümüze kadar muhaliflerin bir bir işten atılması devam etti. Laikliği iyi özümsediğime inanıyorum. Gazeteci etnik, dini propagandaya yer vermez. Böyle yayınlar da çıkmaz, ırkçılık yapamaz. Çıkarsa ne olur; büyüyemez. Gazetecilikte örgütlülük çok zordur. Ama biz örgütlülüğün en iyi zamanını yaşadık, yaşattık. Gazetecilik mesleği beni çok mutlu etti. "GÜNÜMÜZDE ISMARLAMA MANŞETLER VE SORULAR MEVCUT" Akşamları televizyonları açtığında çoğu gazetecilikten gelemeyen beş kişi toplanmış ülke gündemini konuşuyor. Bunların çoğu kendini kalem erbabı sanan kişiler. Sabahtan akşama kadar aynı cümlelerle muhalefete saldırıyorlar, muhalefeti suçluyorlar. Örneğin Kılıçdaroğlu FETÖ'cüdür derler. Kılıçdaroğlu aldığı kültür gereği bile olsa FETÖ'cü olamaz. Bu bahsettiğim kişiler ısmarlama yazılar yazan, parayla konuşan kişilerdir. Şuan özgür basın dediğimiz bir iki yer ya var ya da yoktur. Bu bağlam da Kanal D'nin haber yaptığını görebiliyorum. CNN TÜRK'te yapıyor fakat onlar da canlı yayınlar için sık sık yayını kesiyorlar. Bu tarz kurumlardan yeni gazeteci yetişemez. Yeni gazeteci özgür ortamda yetişir. Gazetelerin çoğunda aynı başlıklar ve aynı sorular mevcut ise, bu başlık ve sorular ısmarlamadan başka bir şey değildir. "GAZETECİ ÜLKENİN KURULUŞ FESEFESİNİ ÖZÜMSEMELİDİR" Gazetecinin aile hayatı düzgün olacak, gazeteci yurtsever olacak. Gazeteci bu ülkenin kuruluş ve kurtuluş felsefesini iyi özümseyecek. Yüzü ise batıya, çağdaş uygarlığa dönük olacak. Eğer çağdaşlığı yakalayamazsa cahil kalır. Cahil adamdan da gazeteci olmaz. Rüzgarlı denilince Şinasi Nahit aklıma geliyor. (Güçlü ANADOLU / İrfan BAŞÇUHADAR-Kadir GÜRHAN)

Editör: TE Bilisim