Gazeteden, dergiden internet ortamından ya da eş dosttan bir serginin açıldığını duyarsınız, bir şekilde haberiniz olur ve malum sergiyi gezmek görmek istersiniz (size de olmuştur!) . Bu işlerle ilgili biriyseniz, galeri mekanının adresini ve ulaşım olanaklarını bilirsiniz, değilseniz yine internet bilgisi ya da mekanın web adresinden (bu arada gerçek adresi öğrenmek için sanal adrese giriyoruz matrix’e hoşgeldiniz) adres ulaşım bilgileri, haritalar navigasyon maharetiyle mekana ulaşırsınız. Daha önce gitmediğiniz bir mekansa önce bir tedirginlik, doğru yere geldim’mi acaba, bakışlarıyla çevreyi kolaçan ederek, mekanın girişine kapısına (çaresiz)yöneliriz. Zile basarız. 10 saniye, 20 saniye, ses seda hiç yok. Bir daha basıp basmama kararsızlığıyla işaret parmağınızı zile uzatmaya yeltenirken kapı açılır. (burada büyük bir parantez açalım ve amatör sanat sevicileri için bir açıklama, korkmanıza gerek yok az sayıdaki kamu galerileri özellikle belediye galerileri ve sayıları çok çok azalan banka galerileri çogunlukla her daim, hadi genellikle diyelim kapı pencere aydınlatma ve video gibi hareketli bir iş varsa ekranlar, monitörler, projeksiyonlar, açıktır. Kimseyi rahatsız etmeden, kimseyi meşgul etmeden serginizi rahatça izlersiniz birazda dinlenip varsa ve kalmışsa katalogunuzu alıp, işini yapmış sosyal sorumluluğunu yerine getirmiş “modern” bir kentlinin iç huzuru ile (size de olmuştur!) evinize, rezidansınıza dönersiniz, dönerken ekmek'te alın ekmeğin fiyatından da haberdar olun beyaz ekmek, tam buğday çavdar, Alman dağcı ekmeği ya da ekşi maya... Böylesi hem çağdaş hem halkçı bir tutum. Bu galerilerde yani kamu galerilerinde sorun yok. Sorun daha çok özel galerilerde. Büyük parantezi kapatıyorum unutmadan). Özel galeriler, adı üstünde özel. Bir tür mahrem alanlar gibi, girmek için de özel olmak gerekir. Sanki böyle bir ön yargı gelişiyor.Eğer kerli ferli bir tip, potansiyel eser alıcısı gibi bir  kimse değilseniz ve eğer açılışı da kaçırdıysanız ,(çünkü açılışta arada  kaynama  potansiyeli var ) açılış gününden sonra ki günlerde sergiye pekte  giden olmadığından galeriler açılıştan sonraki günlerde ışıkları karartıp , karartma uygulayıp ..... Abarttım abarttım farkındayım, mübalağa’da bir sanattır bu arada. Ama manzara biraz böyle sanki, açılış seramonisinden (yemeli içmeli) sonra  gelen giden olmadığından ,galerilerde ticari mekanlar olduğundan tasarruf tedbirleri gereği ışıklar kapalı , çalışanlar mahmur gözlerle kapıyı açıp ,eh yani sizi buyur ederler ,profesyonel bir gülümseme ile sizin için mekanın bütün ışıklarını yakarlar....Özel bir galeride , egosu  yüksek biriyseniz ,kendinizi “özel” hissedersiniz ; benim için açıldı , biraz hani psikolojinin alanına da bulaşmadan ,biraz  asosyal'seniz; eyvah zahmet verdim ,ikilemiyle kalakalırsınız.Ama telaşa mahal yok bu mekanlar sizin için. Gallery kavramı temelde bir mimarlık kavramı olarak hayat bulmuşken, bizde daha çok araba galerisi olarak anlaşılmakla beraber özünde aynı mantığı içerir. Öncelikle teşhir, sonrasında satış. Eskiden imparatorluk ganimetleri ve mesen'lerin(sanat hamisi) eserlerini göstermek ve teşhir etmek için inşa edilen ya da tahsis edilen mekanlar iken, sanatçının egemenden bağımsızlaşmasıyla beraber, yaşam gailesi (ekmek parası) ile satışı örgütleme ihtiyacı özel galerilerin doğuşunu sağlamıştır. Galericilik oluşmazdan önce 16-17. yüzyıl İtalyasında sanat pazarlarda da satılan, bir nesne iken 17.yy'da İngiltere’de müzayede şirketleri ortaya çıkmaya başlar ve ardı-sıra sanatın ticarileşmesi böylece başlıyor. Sanat eserlerinin milyon dolarlarla satıldığı el değiştirdiği meşhur “ Christie's ” müzayede evi ilk müzayedesini 1766 'da yapmıştır. Bir diğer ünlü müzayede şirketi olan ”Sotheby's”  o da 17.yy da kurulmuş. Daha sonraları 19.yy da özel galeriler kurulmaya devam ediyor.19.yy sonu 20.yy başlarında Fransa'nın en meşhur galerilerinden biri Van Gogh'un habire mektuplaştığı kardeşi Theo van Gogh olmuştur, ama ne yazık'ki  Van Gogh yaşarken tek bir resim bile satamamıştır, bu da müthiş ironik. Bizde galericilik, öncelikle 'Devlet Güzel Sanatlar' galerileri olarak 1939 yılından itibaren başlayarak Ankara, İzmir, Adana ve Bursa gibi kentlerde sanat galerileri açılır. Devletin galeri açıp resim heykel kolleksiyonu yaptığı yıllardan bahsediyoruz. İnanılır gibi değil. İlk özel sanat galerisi 1947 yılında İstanbul'da açılan İsmail Hakkı Toygar sanat galerisi olmuştur, ancak bir yıl yaşar.1951'de Adalet Cimcoz'un ünlü Maya sanat galerisi, uluslararası galeri standartlarını Türkiye ye getiren ve uygulayan, dönemin bütün entelektüelleri için de bir buluşma kaynaşma noktası olmuştur. Bu yıllarda Ankara'da bir galeri kurulur. Adı Helikon olan bu galerinin kurucuları arasında annesi de seçkin bir ressam olan eski başbakanlardan merhum Bülent Ecevit'de vardır.   Maya ve Helikon galerileri ekonomik v.b sebeplerle 50'li yılların ortalarında kapanır ve1969 yılına kadar hiçbir özel galeri açılmaz Türkiye de. 80 ve 90 'larda bankalar sanat ortamına bütün azametleriyle destursuz girerler. Kapitalizmin çirkin yüzünü sanatla cicileştirmek adına birçok banka sanat merkezleri kurup galericilik ve kolleksiyonerlik yapar, Merkez bankasının bile hatırı sayılır bir kolleksiyonu vardır. 2000'den günümüze kadar geçen süreçte sanatın genel anlamda nasıl olduğu herkesin malumu, “heykel bize ters” söylemiyle de malum ilan edildi. Sanat galerilerinin kamu ya da özel sektör galerilerinin temel gıdası insan sirkülasyonu.'Teşhi' in Arapça karşılıklarından birisi'de “halk önüne çıkarma'dır”  korkmadan çekinmeden aileniz,eşiniz,ve özellikle çocuklarınızla ,bu galerileri ziyaret etmek sergi ve etkinliklerden haberdar olmak gerekir .Sanat mekanları bütün resmi görüntülerine  rağmen korkulacak mekanlar,uzak durulacak yerler değil, sanat'tan anlamıyor hatta hoşlanmıyor bile  olabilirsiniz,ama sergi  artık her şeyi içerebilen bir durum ,en son izlediğim güncel sergilerden biri 'tespih sergisiydi',en kötü olasılıkla biraz sosyalleşirsiniz üstelik tamamına yakını ücretsiz.Sanat şöyle şahane böyle vitaminli gibi laflara karnınızın tok olduğunu da biliyorum ama sanat daha çok beyin akıl ve yürek tokluğu için desem.......peki demedim!        

Editör: TE Bilisim