Zaman hızla ilerleyip giderken geçmişe duyulan özlem de aynı oranla artıyor. Her ne kadar yaşım henüz 26 olsa da çok şükür eskiyle yeniyi mukayese etme idrakına sahibim. Milenyum çağı derlerdi eskiden ne olacağını, nasıl olduğunu tahmin edemezdim, şimdi farkına vardım. Aradan geçen 20- 25 yıl bile neleri alıp götürmüş bizden. Bilimin ve teknolojinin iyi anlamda kullanılmasının sonuçlarını elbette ki gördük ama bazen iyi ki de 90 kuşağında dünyaya gelmişim diyorum. En basiti biz ilkokula giderken, sayı saymayı öğrenmek için çubuk, fasülye sayı boncuğu vardı. Her şeyden önce bi abaküsümüz vardı. Renk renk sıra sıra dizildi mi bizden mutlusu olmazdı. Şimdi bakıyorum ellerde sadece akıllı telefonlar, tabletler, android üzerinden geliştirilen oyunlar, uygulamalar... Oynanan oyunlar bile değişti. Eskiden su tabancası varken şimdi ufacık çocuklar savaş oyunlarının, pompalı tüfekli ortalığı kan götüren yazılımların sevdalısı haline geldi. Yakan top, körebe, istop, isim ,şehir, hayvan gibi oyunlar çoktan tarih oldu. Çok iyi hatırlıyorum eskiden gazetelerin verdiği maket bebekler vardı. Kartondan kesip onları giydirirdik. Bi hevesimiz vardı, beklemeyi bilirdik. Kupon biriktirip oyuncak almanın ne demek olduğunu iyi bilirdik. Bu yüzden de elimizdekinin kıymetini bilip küçük şeylerden mutlu olmanın tadını en iyi biz alırdık. Bir de Şahane Pazarımız vardı. Süheyl ve Behzat Uygur'un sunduğu 7'den 7'e herkesi televizyona kitleyen yarışma programı. Pazartesi'nin kapıyı çaldığını Süheyl- Behzat Uygur'u görünce anlardım. Şimdi ekranlarda bulunan şiddet içerikli, kadını aşağılayan, ikinci plana atan diziler de bulunmazdı üstelik aksine mizahı güçlendiren, insanları düşünmeye iten yapımlar olurdu. Eskiden sit-com diziler mi vardı! ''Olacak O Kadar'' bize yeterdi. Levent Kırca'yla büyüdüm desem yeridir. Süper Baba'yı da es geçmemek lazım. Jenerik müziği bile huzur bulmamıza yeterdi. Hayal gücümüz bile farklıydı. Bir resim yap dendiğinde bacadan yaz kış duman çıkan bir ev çizerdik sağına soluna çit koymayı da ihmal etmezdik. Kendimizi sağlama almayı en iyi biz bilirdik! Şimdi bakıyorum ne o dumanı tüten baca kalmış ne de ev. Hayali karakterler ,canavarlar, uzaylılar almış başını gidiyor.Eskiden en iyi bildiğimiz şeylerden biri de okul defterlerimizin kenarlarını süslemek olurdu. Doğayı, beklemeyi sevmeyi nerden mi öğrenirdik olmazsa olmazımız fasülye çimlendirirdik. Bi kat pamuk, bi kat fasülye. Karanlık bir yere koyup günlerce beklerdik. En büyük atraksiyonumuz da oydu. Nitekim, yaratmayı, yoktan var etmeyi severdik. Damak tadımız bile farklıydı. Eskiden ne waffle, ne de pancake vardı. Bisküvinin arasına iki tane lokum sıkıştırdın mı senden iyisi yoktu. Oralet vardı içmelere doyamadığım şimdilerde ise adına bile rastlamadığım. Sokaklarda bile hayat vardı sabahın ilk ışıklarında simitçi, gecenin karanlığında bozacının cirit attığı. Öyle Avm'lerde yoktu çok. İstemediğimiz bir şey alınmadığında tamah etmesini bilirdik. Milenyum çocukları gibi, her istediği yapılan şımarık yetiştirilen çocuklardan değildik. Okula ilk başladığımızda ya da bayramda alınan rugan kırmızı ayakkabılarımız olurdu. Bir de üstüne bastıkça yanan spor ayakkabılarımız. Düşününce ne kadar küçük ve değerli şeylerden mutlu olmayı biliyormuşuz.Şimdi hiçbir şey yetmiyor. Aldıkça istiyor, istedikçe daha da doyumsuz hale geliyoruz. En ama en önemlisi eskiden öğretmenlerimize, büyüklerimize karşı yüzümüz kızarırdı. Çekinirdik. Saygılı olmak en büyük prensibimizdi. Şimdi de saygılı bir nesil yetişiyor ama şu bir gerçek ki artık daha çok görür olduk hocasını, annesini, babasını öldüren çocukları. Eskiden, elindekini çar çur etmez Özgüveni,ukalalıkla karıştırmaz Sevgi ve saygıyı heba etmezdik. Barış Manço parçalarıyla büyüdüğümüz, her bayram ''Bugün bayram erken kalkın çocuklar giyelim en güzel giysileri elimizde taze kır çiçekleri üzmeyelim bugün annemizi nakaratlarıyla yeni güne başladığımız, içimizde kin, öfke, nefret olmayan birbirimize kenetlendiğimiz o güzel günlere benden selam olsun!

Editör: TE Bilisim