Bugün tıp denince sadece Doğu’da değil, Batı’da da ilk akla gelen isimlerden biri olma özelliğini hiç kaybetmedi. Küçük yaşta kendini gösteren üstün zekasını, özellikle tıp ve felsefe alanında yoğunlaştırarak bu alanlarda büyük çığırlar açmış olan bu bilim adamı; Batı’da Latince ismi ile ‘Avicenna’ olarak şöhret yapmış İbn-i Sina’dan başkası değildi. ‘Kanun’ diye de bilinen ‘El Kanun Fi’t-Tıb’ adlı eserinde fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve ilaç bilimi konularında hala geçerliliğini koruyan bilgilere yer vermiş ve henüz mikroskobun adı bile yokken, ilk kez bu eserinde, ‘mikrop’ kavramına ve bunun hastalıkların yayılmasındaki rolüne açıklık getirmişti. ‘Kanun’, 17. yüzyılda Latinceye çevrildi. Kitabı, 19. yüzyıla kadar Avrupa’daki tıp fakültelerinde başucu kitabı olarak kullanıldı. Çalışmalarını ve öğrenimi özellikle tıp üzerine yoğunlaştırdı ve hastalıkların ortaya çıkış nedenlerini ve salgın hastalıkların nasıl yayıldıklarını inceledi. Daha on altı yaşındayken sarayın özel doktorluğuna getirilerek, adını duyuracaktı. 997 yılında rahatsızlanan II. Nuh’u iyileştirince, saray kütüphanesinin kapıları sonuna kadar açılmış; bir anda kendisini eşsiz bir bilgi deryasının ortasında bulmuştu. Yazdığı eserler arasında en dikkat çekeni, kalp ve damar sistemi ile ilgili kaleme aldığı çalışmasıydı. Kitabında bazı hastalıkların bulaşmasında ve yayılmasında gözle görülmeyen birtakım varlıkların etkisi olabileceğini öne sürerek, bugün mikrop olarak bilinen canlı hakkındaki ilk tespiti gerçekleştirmişti. Mikroskobun henüz bilinmediği bir zamanda, bazı hastalıkların bulaşmasında gözle görülmeyen varlıkların etkisi olduğunu açıklaması o zaman için çok ilginç karşılanmıştı. Günümüzde de son derece önemli sayılan tıp ahlakı konusunda da çok temel ilkeleri, ilk kez o dile getirmişti. Ameliyatı son çare olarak görüyordu… Kendisi de bir cerrah olduğu halde, cerrahiye her zaman için son çare olarak başvurulmasını, önemsiz hastalıklar için ilaç verilmemesini öğütlemişti. “Yediğin zaman az ye, yedikten sonra beş saat daha hiçbir şey yeme. Midenin üçte birini havaya, üçte birini suya, üçte birini de yemeğe ayır.” demiştir. Bu tavsiyesi, günümüzde de geçerliliğini korumakta. Buharla damıtmayı ilk kez o kullandığı için, aroma terapinin de babası olarak kabul edilir.İşte size bir bilim adamının kısa hikayesi.

Editör: TE Bilisim