Şehir hakkı sadece şehirdeki kaynaklara bireysel olarak erişme özgürlüğü müdür? David Harvey’in, “Şehir hakkı, şehir kaynaklarına bireysel olarak erişme özgürlüğünden çok daha fazlasıdır; şehri değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır, dahası bireysel değil ortak bir haktır çünkü bu dönüşüm kaçınılmaz olarak şehirleşme süreçlerini yeniden şekillendirecek kolektif bir gücün uygulanmasına dayanır. Şehirlerimizi ve kendimizi yapma ve yeniden yapma özgürlüğü, iddia ediyorum, insan haklarımızın içinde en kıymetli ve en ihmal edilmiş haktır.” şeklinde tanımladığı hak için Henri Lefebvre “Kent hakkı bir haykırış, bir istektir.” demiştir. Bu tanımlamalar hemen aklımıza David Harvey’in “Şehir kime aittir?” sorusunu getirmektedir.

Kent hakkı madem bir haykırış, bir istek, öyleyse gelin talepler üzerine biraz düşünelim. Bir kenti benimsemek, oraya ait hissetmek için, o kentin herhangi bir yerinde mülk sahibi olmak değil, o kente dair alınan kararlarda fikrinizin önemseniyor olması gerek, katılımcı olmak, kentin yeniden tasarlanması ve üretilmesinde etkin bir role sahip olmak gerek. Sermayenin kente müdahaleleri karşısında sağlamayı arzu ettiği faydayı doğru değerlendirip, gereksiz müdahaleleri karşısında o dönüşüme izin vermeme hakkını elinde bulundurmak, kentin kendine ait hafızasını her daim koruma imkanına sahip olmak gerek.

Peki biz şehrimizle ilgili alınan kararlarda ne kadar katılımcıyız, kimler değişiklikler yaparken sahiden hepimiz için üstün kamu yararını gözeterek adım atıyor? Bu noktada Harvey’in sorusu yeniden önem kazanıyor, şehir sahiden kime ait sizce? 

Gelin şehirlerimizi sahipsiz bırakmayalım, hafızamızdaki sokakları, parkları, yolları koruyalım, yükselen binalar yerine biz bulutsuz gökyüzü altında parklarda, kırlarda bir araya gelelim, değişen, dönüşen dünyada buralara da mutlaka uğrayacak olan değişim kararlarında ille de fikirlerimizin alınmasını talep edelim.