Özel Haber: Didem Aslan Çetin  Eski Dışişleri Bakanı, deneyimli siyasetçi Murat Karayalçın teamüller gereği Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının Kemal Kılıçdaroğlu olması gerektiğini söyledi. Karayalçın, “Adaylık meselesi gönülden geçme meselesi değil, siyasi teamüller, siyasi gereklilik ve dünya deneyimi meselesi. Bütün bu açılardan yaklaştığınızda  Altılı İttifak’ın Cumhurbaşkanı adayının CHP Genel Başkanı olması gerekiyor, bu çok açık” diye belirtti.  CHP ve yönetiminin Z kuşağına önem verdiğine vurgu yapan Karayalçın, geleceğimizi şekillendirecek olan yaklaşımın, yeni kuşakların tercihleri olacağını söyledi. Şiddet olaylarının yeryüzünde hiç olmadığı kadar arttığına değinen Karayalçın, şiddetin artmasında yönetim tarzının da etkili olduğunu belirtti. Karayalçın, “İnsanlarımızı birbirine hasım durumuna getiren anlayışların, yaklaşımların da bu tür olaylarla karşı karşıya kalmamızda belirleyici etkileyici olabileceğini düşünüyorum” dedi.  Ropörtajın birinci bölümünde dünya siyaseti, hukuk devleti, ideal devlet idare biçimi, demokrasi ve güçler ayrılığının önemine değinen Murat Karayalçın, ropörtajın ikinci bölümünde ise Türkiye’de erken seçim, ittifaklar, dezenformasyon yasası, cumhurbaşkanlığı adaylığı ve yeryüzünde yaşanan ekonomik, çevresel krizlere ve yaşanan şiddete değindi.  “ALTILI İTTİFAKI ÇOK ÖNEMSİYOR, ÇOK DESTEKLİYORUM” Altılı ittifak (Millet İttifakı) ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? Bu ittifaka seçmenin yaklaşımı sizce nasıl?  Seçmenin Altılı İttifak’a nasıl yaklaştığını bilmiyorum ama olumlu yaklaşacakları umudunu taşıyorum. Ben Altılı İttifak ifadesini tercih ediyorum ama maalesef son zamanlarda ittifak sözcüğü giderek daha az kullanılmaya başlandı, onun yerine birliktelik ifadesini, masa ifadesini kullanıyorlar. Bu ifadeler, ittifak kadar güçlü ifadeler değil. İttifak sözcüğünün kullanılmasını tercih ediyorum ben ve o sözcüğün kullanılmasının gerekli kıldığı bir ortak yönetim modeli üzerinde, kamuoyuna sunulacak bir gelecek projesi ile ilgili çalışma yapılmalı diye bir öneride bulunuyorum. Tabii bu AKP ile MHP’nin geçirdiği seçim yasası bu konuda ciddi bir engel. Fakat buna rağmen bu altı partinin sayın genel başkanları, bu engeli aşacak bir takım yollar bulabilmeliler. Altılı İttifakı çok önemsiyor, çok destekliyorum. Daha güçlenmeli, daha güçlü ifadeler kullanılmalı, ortak metinler hazırlanmalı diye düşünüyor ve umuyorum.  “İLK TURDA SEÇİMİ KAZANACAK BİR CUMHURBAŞKANI ADAYI ÇIKARILMASINI UMUYORUM” Toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, amasız, fakatsız, bir cumhurbaşkanı adayı olması gerektiği ve bu adayın seçimi ilk turda alması gerektiği inancı geniş kitlelerde mevcut. Bu konuda sizin görüşleriniz nelerdir? Ben de bu inanca katılıyorum, umarım ilk turda seçimi kazanacak bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarılır.  SEÇİMİN ZAMANINDA OLACAĞINI TAHMİN EDİYORUM Erken seçim beklentiniz var mı? Erken seçim beklemiyorum, seçimin zamanında olacağını tahmin ediyorum. Erken seçimi gerektiren nedenler önümüzde yok, ben öyle görmüyorum. AKP için de böyle bir gerekçe görmüyorum, son güne kadar devam edeceklerdir ya da kendilerine göre belki 2023’e girdikten sonra bir erken seçim kararı alınması denemesi içine gireceklerdir, ama muhalefetin de artık 2023’e girdikten sonra erken seçime destek vermesini gerektiren bir neden olacağını da sanmıyorum. Zaten nitelikli çoğunluk olmazsa erken seçim kararı alamazlar. Dolayısıyla bana göre seçim zamanında yapılacak.  “SİYASİ TEAMÜLLER GEREĞİ ALTILI İTTİFAK’IN CUMHURBAŞKANI ADAYININ CHP GENEL BAŞKANI OLMASI GEREKİYOR” Sizin cumhurbaşkanı adayınız kim öğrenebilir miyiz? Gönlünüzden geçen bir aday var mı?  Bu bir gönülden geçme meselesi değil, siyasi teamüller, siyasi gereklilik ve dünya deneyimi meselesi. Bütün bu açılardan yaklaştığınızda  Altılı İttifak’ın Cumhurbaşkanı adayının CHP Genel Başkanı olması gerekiyor, bu çok açık. Hükümet kuruluyor olsaydı, Başbakan CHP’nin Genel Başkanı olacaktı, hükümeti kurma görevi, CHP’nin Genel Başkanı’na verilecekti. Bu hep böyle oldu. Aslında Cumhurbaşkanlığı seçimi de bunun bir başka şekli değil mi? Yani seçimlerden sonra olunca koalisyon dediğimize, seçimlerden önce olunca ittifak diyoruz. Yani ittifakın başındaki kişi de ittifakın adayı olacak kişi de en büyük partinin Genel Başkanı olmalı. Bu kimilerinin gönlünden geçebilir, kimilerinin gönlünden geçmeyebilir ama bu bir gönül meselesi değil, bu bir teamül meselesi, bir uygulama meselesi. Ben de böyle düşünüyorum, yani CHP Genel Başkanı Altılı İttifak’ın Cumhurbaşkanı adayı olmalıdır. Tabii Sayın Genel Başkan bu konuda nihai kararını açıklamadı. Gerçi söylemleri ve davranışları Cumhurbaşkanı adayı olmak istediğini ya da bu adaylığı kabul ettiğini, bu adaylığı düşündüğünü gösteriyor ama yine de karar Sayın Genel Başkan’ın. Onu beklemek gerekiyor. Altılı Birlikteliğin ya da Altılı Masanın bu konuda karar vermesi bana göre çok doğru değil. Sayın Genel Başkan Cumhurbaşkanı adayının Altılı Masa tarafından karara bağlanacağını söyledi. Oysa ben biraz önce sizin sorunuzu yanıtlarken siyasi teamüllerin, siyasi geleneklerin, en çok oyu olan partinin genel başkanının aday olması gerektiğini söylemiştim, sanki bir çelişki var gibi gözüküyor burada. Umarım o çelişkiyi Altılı Masa, kendi ilk toplantısında konuyu karara bağlar.   “TOPLUMUN SESİ TENCEREDE ÇIKIYOR DOĞAL OLARAK, O TEPKİ ASLINDA HEPSİNE YETER” Adalet komisyonundan geçerek genel kurula gelmek üzere olan basın özgürlüğünü ciddi manada etkileyecek olan dezenformasyon yasası olarak tanımlanan bir yasa mevcut. Bu yasa tasarısına karşı sivil toplum kuruluşları ve bazı meslek örgütleriyle beraber gazeteci arkadaşlarımız tepkilerini ortaya koydular. Ancak temel hak ve hürriyetlerden olan ve anayasal güvence altına alınmış olan basın özgürlüğü noktasında toplumun geniş katmanlarında bir sessizlik hakim. Maalesef insanlarımızın gündeminde basın özgürlüğü yok. Günümüzün probleminin daha çok ekonomi olduğu da bir gerçek. Ancak bu kadar hayati bir konu ile ilgili ve buna benzer konularla ilgili toplumun geniş katmanlarının sessiz kalmasının temel nedenlerinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Ertelendi diye biliyorum, ama erteleme mi geri çekme mi, geri çekip asıl üzerinde durulan konu olan 29. Maddenin iyileştirilmesi mi yapılacak olan bilmiyorum ama, gösterilen tepkinin değerlendirileceği bir döneme girildiğini düşünüyorum. Herkes endişeyle takip ediyor aslında. Toplumun sesi tencerede çıkıyor doğal olarak, o ses de aslında hepsine yeter, o tepki aslında hepsine yeter. Ben bu konuda meslek gruplarının, tek tek yazarların, basın mensuplarının vermiş olduğu tepkinin toplum tarafından benimsendiğini düşünüyorum. Toplum paylaşıyor bu kaygıları. Ama onun ötesinde ne yapabilir bilemiyorum, hele şu aşamada zaten geri çekilmişken herhangi bir beklenti taşımamak gerekir.  “İKTİSAT BİLİMİNİN İŞARET ETTİĞİ ARAÇLAR KULLANILMALI. BİLİM NE DİYORSA ONUN GEREĞİ YERİNE GETİRİLMELİ” Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizden kurtulmanın yöntemleri hakkında düşünceleriniz nelerdir? Türkiye İş Bankası yönetim kurulu üyeliği yapmış ve 1994 krizinde de Başbakan Yardımcılığı yapmış bir devlet insanı olarak, mevcut ekonomik krizden çıkış için önerileriniz nelerdir? Bilimin gerekleri yerine getirilmeli. Bilim ne diyorsa o yapılmalı. İktisat bir bilim. İktisat biliminin böyle bir ortamda nelerin yapılması gerektiğini söylediğini biliyoruz. Bu bilimin işaret ettiği araçlar kullanılmalı. Şimdi bilim dışı bir yönetim var. Bilim dışı da değil, bilime aykırı bir uygulama var. Bu uygulama son bulmalı, bilim ne diyorsa onun gereği yerine getirilmeli. Altılı İttifak’ın söylediği de bu zaten, olması gereken de bu.  “GELECEĞİMİZİ ŞEKİLLENDİRECEK OLAN, YENİ KUŞAKLARIN TERCİHLERİ OLACAK” Önümüzdeki seçimlerde 2000 yılı sonrası doğumlular ilk defa oy kullanacaklar. Bu kuşağa Z Kuşağı da denmekte. Z kuşağı ile ilgili sizin düşünceleriniz nelerdir? Z kuşağına yönelik özel bir seçim kampanyası yürütülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Genel Başkan konuşmalarında sık sık Z kuşağına göndermede bulunuyor. Parti yöneticileri de öyle yapıyorlar. Ben de buradan seçmen olarak ilk kez oy kullanacak bu genç kitlenin, parti yöneticilerimiz tarafından önemsendikleri, dikkate alındıkları sonucunu çıkartıyorum. Tabii onları yalnızca bir seçmen kitlesi olarak görmemek gerekiyor diye düşünüyorum. Yeni kuşaklar, değerlerimize yeni yaklaşımlar, yeni bakış açıları katarak geleceğe taşıyacak olan kitleler. Yani bizim umudumuz onlar. Bu açıdan yaklaşmanın , onlara seçmen olarak yaklaşımı daha da aşacağını düşünüyorum, böyle bir değerlendirme yapmak gerekir bence. Belki bu genç kuşakla birlikte yeni değerleri üreteceğiz, ülkeyi yeni aşamalara taşıyacağız. Her kuşak çok değerli, her kuşağın yeni tercihleri oluyor, bunu görüyorum. Tabii mesela eski kuşaklardan birisi olarak, yeni kuşakların kimi tercihleri, benim tercihimle tam örtüşmüyor olabilir ama ben yine de onların tercihlerini anlamaya ve içselleştirmeye çalışıyorum. Çünkü geleceğimizi şekillendirecek olan yaklaşımı bu yeni kuşakların tercihleri belirleyecektir. Ülke gündemini çokça meşgul eden kadın, çocuk ve hayvanlara yönelik şiddetin önüne geçilebilmesi noktasında ne gibi yapısal reformlar hayata geçirilmeli? Neler yapılmalı? Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Önce toplum bu içinde bulunduğu olağanüstü dönemi aşmalı, çünkü ben gerçekten bugüne kadar görmediğimiz türden garip davranışları, bugüne kadar görmediğimiz türden şiddetle karşı karşıya kalmamızı böyle açıklıyorum. Geçenlerde İstanbul Boğazı’nda çırılçıplak iki kişi yürümüş, daha önceki yıllarda böyle bir şey görmedik hiç, ben kadınlara bu kadar yoğun saldırı yapıldığını görmedim daha önceki yıllarda. Ya basında yer almıyordu ya da böyle değildi. Çok yoğun saldırılar var ve çok vahşice işler yapılıyor. Bir sokak köpeğini boğaza atmış birisi. Akıl alacak iş değil. Toplum çok zor bir dönemin içinde ve çok ciddi gariplikler, çok ciddi yanlışlıklar sergileniyor. Bu ortam değişmeli. Burada yönetim tarzının da etkili olduğunu düşünüyorum. İnsanlarımızı birbirine hasım durumuna getiren anlayışların, yaklaşımların da bu tür olaylarla karşı karşıya kalmamızda belirleyici etkileyici olabileceğini düşünüyorum. Sayın Erdoğan göreve geldiği yıllarda ilk kez söylemişti galiba, “Öfke bir hitabet sanatıdır” demişti. Bu çok yanlış bir değerlendirme. Hitabet, bir fikrin anlatılmasına, konuştuğunuz kişinin etkilenmesi amacına dönük olan bir şey. Kişileri ya da kitleleri bilgilendiriyorsunuz, bilgilendirmeniz gerekiyor. Onlardan bir talebiniz var ve onu açıklıyorsunuz. Şimdi burada niye öfkeyi kullanasınız ki? Niye öfkeyi bir hitabet sanatı olarak kullanıp da karşınızdaki kişi ya da kitleden bir sonuç elde etmeyi düşünesiniz ki? Ama böyle dedi Sayın Erdoğan ve bunu yöntemi de kullanıyor. Yani öfke bir hitabet sanatına dönüştü. Yaşadığımız olaylarda da bu tür anlayışların etkili olabileceğini düşünüyorum. Biz bu değiliz, yani benim bildiğim toplum böyle değil ama şimdi bütün bunları yaşıyorsak “Bize bir şey oldu” diye düşünüyorum. Çok zor bir dönemin içinde yaşıyoruz. Önce bunları aşabilmeliyiz. Sonra da öteki ülkelerde alınmış ve alınacak olan önlemleri, kendi aramızda tartışıp bu yaşadıklarımıza mutlaka bir son vermeliyiz. Bunu yapmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum ve bunu yapabileceğimize de inanıyorum.  “ORTA DOĞU BARIŞINI SAĞLAMAK TÜRKİYE’YE DÜŞER” Son olarak; savaşsız, sömürüsüz bir dünya mümkün mü sizce? İdealinizdeki dünyayı bize tarif edebilir misiniz? Mümkün olması gerekir, dileğim de budur. Ama mümkün olmadığını da görüyorum. Dün yeniden savaş harcamalarının yükseldiği açıklandı. Galiba Stockholm’da bir enstitü, silahlanmayla ilgili harcamaları tutuyor ve her yıl açıklıyor bu verileri, hangi ülke silahlanma için ne kadar para harcamışsa, o sonuçlar dünya kamuoyuyla paylaşılıyor. Oradan bir alıntı vardı; silaha yapılan yatırımlar, silah için yapılan harcamalar, daha önceki yıllarda karşı karşıya kalmadığımız düzeyde artmış, yükselmiş. İnsanlar her yeni yüzyıla, her önemli döneme bir umutla giriyorlar. Barışın, kardeşliğin egemen olmasını istedikleri bir dönemin başlatılmasını arzuluyorlar. Ama her defasında da çok büyük hayal kırıklıkları yaşanıyor. 21. Yüzyıla girerken de bu dilekler çok yüksek sesle dile getirildi. Hatta artık bu işler bitti dendi. İşte çok kısa bir süre önce Macron, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” ifadesini kullandı ama birden bire NATO canlanıverdi. Hiç beklenmedik bir şekilde, birden bire İsveç ve Finlandiya 200 yıldır tarafsızlık siyasetini izleyen ülkelerken, birden bire  tehdit  algılaması nedeniyle NATO’ya derhal üyelik başvurusu yaptılar. Bütün bunlardan önce, birden bire  bir devlet, bir başka egemen devletin topraklarına, özel harekat adı altında ya da operasyon adı altında giriverdi. Birden bire dün ya da birkaç gün önce bir AVM’nin bombalandığını gördük. Savaşsız, sömürüsüz bir dünya için çok ümit var diyemem, bunu sağlayamıyor dünya. Mevcut düzen de bunu sağlamakta yeterli olmuyor. Sovyet sisteminin çökmesinin hemen ardından, Avrupa’da AGİT diye bir örgüt kuruldu, bu Avrupa’da güvenliği, Avrupa Güvenlik Mimarisini tanımlayan, ören bir kuruluş olarak gündeme geldi. O tarihten bu yana da, onların tanımlamış olduğu Güvenlik Mimarisinin geçerli olduğu düşünüldü. Ama birden bire ulusal saldırıyla birlikte bu durum değişiverdi. Bunun için çok fazla bir umut taşıyamıyorum. İnsanlık, Birleşmiş Milletler bunu dikkate alarak davranmalı. 21. Yüzyılda kitlesel göçler çok arttı. Şimdi Akdeniz’de, bizim çevremizde yaşıyoruz bunu. Geçen gün Fas’tan İspanyol toprağına giren 35 kişinin öldürüldüğü haberini aldık. Sık sık Akdeniz’de batan teknelerden, ölen insanlardan söz ediliyor. Yunanistan’ın geri ittiği botlar, teknelerden söz ediliyor. Latin Amerika’da 10 binler Amerika Birleşik Devletleri’ne doğru yürüyor. ABD duvar örüyor gelmesinler diye. Bu önemli bir sorun. Küresel salgın başka bir sorun, bunu yaşadık, şimdi yıl sonunda yine yaşayacağız gibi bir ifade kullanıldı. Terör bir üçüncü sorun. İktisadi krizler bir başka sorun. Şu anda yaşanan her ne kadar bizim krizimiz olsa da, bir süre önce de küresel iktisadi krizler yaşadık. Dolayısıyla, insanlığı kitlesel olarak, hatta evrensel olarak tehdit  eden çok sayıda olay var önümüzde. Çok sayıda ciddi tehlikelerle ve tehditlerle karşı karşıyayız. “Hay allah, ne kötü” deyip duramayız. Bunlara ilişkin önlemler almak zorundayız. Bu olumsuzlukların önlenmesi için ne yapabiliriz diye düşünmeliyiz. Tek umudumuz da BM çatısı ama o çatıyı da yeterince kullanamıyoruz, o çatının da etkili olmadığını görüyoruz. Bir yandan refahlı arttırırken, barış ortamını sağlamaya çalışırken, öte yandan da bu dediğim tehditlerin giderilmesine dönük önlemler üzerinde düşünebilmeliyiz. Bunu çok temel bir sorun olarak görüyorum. Bu arada bize düşen çok önemli bir görev de Orta Doğu barışıdır. Orta Doğu barışını sağlamak Türkiye’ye düşer, Türkiye bölgenin kabadayısı olarak davranamaz, bölgenin ağabeyi olarak davranmalıdır, bölgenin en güçlü ülkesi olarak Orta Doğu barışını nasıl inşa edeceğini, paydaşlarıyla konuşarak ortaya koymalıdır. Aslında Orta Doğu’da barışı sağlarsak, bu barış dünya barışının da sağlanmasına çok önemli bir katkı sunacaktır. Çünkü Orta Doğu çok özel bir bölge. Bu coğrafya, belki de dünyada savaş elastikiyetinin en yüksek olduğu bölge. Dünyanın başka bölgelerindeki çatışmalarda bütün dünya ülkeleri ayaklanmıyor ama Orta Doğu’da en ufak bir çatışma, dünya ajansları tarafından birinci haber olarak verilebiliyor çünkü en ufak bir çatışma dünya güçlerini harekete geçirebiliyor. Onun için Orta Doğu barışı çok özel bir konu olmalı ve burada da bize çok özel bir görev düştüğünü bilmeliyiz diye düşünüyorum.     
Editör: TE Bilisim