Amerika Birleşik Devletleri’nin batı yakasında bulunan, oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olan Kaliforniya, dünyanın cazibe merkezi olmasının yanı sıra, günümüzde bir sendroma da adını vermiş görünüyor. Evet Kaliforniya Sendromu’ndan bahsedeceğimi bugün biraz sizlere.   Akademik bir kaynak bulamamama karşın, günümüzün dünyasında sık rastladığımız bu tanımın, akademik literatüre girmesi de kanımca an meselesi.   Nedir bu Kaliforniya sendromu?   Bencillik, zevke düşkünlük, yalnızlık gibi belirtileri olan bu sendroma yakalanan kişilerin ortak noktası mutsuzluktur. Bu sendromu yaşayan insanlar genellikle kendileri dışında kimseyi önemsemiyor, kendi dışında kimse için kaygı hissetmiyorlar.    Belki de bir yaşam felsefesi olarak tanımlayabileceğimiz bu sendromda olan kişiler, çoğunlukla hayatlarının merkezlerine eğlenceyi, bedensel hazları, para kazanmayı koyuyorlar. Kazandıkça daha çok eğlenmeyi istiyorlar, daha çok eğlenirken ortaya çıkan yorgunluklarını daha da çok eğlenerek atmaya çalışıyorlar, onun da ortaya çıkardığı bitkinliği daha çok tüketerek geçirebileceklerini düşünüyorlar.   Sözün özü, bu sendromdaki kişiler, hayatlarını çarpık bir tüketme ve eğlenme anlayışı içinde yaşıyorlar. Tüketebilmek için çalışıyorlar, kazançlarını ise eğlenerek tüketirken ortaya çıkan yorgunluklarını daha da çok eğlenerek giderebileceklerini düşünüyorlar. Bu döngüde her seferinde eğlencenin ve tüketimin dozu artarak devam ediyor.   Fikrimce eğlencenin de anlamını bağlamından koparıyorlar. Bir parkta yürümenin, gönülden bir başkasının neşesini, heyecanını paylaşmanın, derdini dinleyip beraber bir çare bulmanın, belki bir kedinin başını okşamanın, bir çocukla oyun oynamanın keyfine, bir hastayı sağlığına kavuşturmanın neşesine, yaşamın acı ve tatlı her anında dostlarla ve aileyle bir arada olmanın vereceği gerçek mutluluğa, nedense şaşaalı görünen, gerçeklikten kopuk bir yaşamı tercih ediyorlar. Gösterişli bir dünyada sürekli bir yarış ve koşuşturmaca halini tercih ediyorlar nedense.    Bu sendromda kişiler genellikle kendilerinden başka kimseyi önemsemiyor ve kendilerini dünyanın merkezinde görüyorlar. Yüksek miktarda paralar harcayarak eğlendiklerine, mutlu olduklarına inanıyorlar. Hal böyle olunca da, insani olan birçok değerden yoksun bir hayat yaşamaya başlıyorlar.    Yapay bir eğlence ve sahici bir tüketimle şişirilmiş balona benzetebileceğimiz mutluluk tanımlarının, patlaması an meselesidir. O balon patladığında ise yalnızlık bir karabasan gibi çöker üstlerine.   Oldukça yapay olan bu sarmaldan kurtulabilmek çok da zor değil esasında, kurdukları bu sistemin çökmesini beklemeden, sadece kendilerinin mutluluğunu düşünmek ve sürdürmek için çabalamaktan ziyade, paylaşılan mutluluğun kıymetini bilerek, başkalarının yaşamları için de ellerinden gelen desteği vererek; kendileri gibi eğlenip tüketmeyen insanları anlamaya çalışarak, bu kısır döngüyü noktalayabilirler.   Bu vesileyle Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiirinden bir dizeyle bitiriyorum bugün sözlerimi;   “Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.”   Sevgiyle kalın.

Editör: TE Bilisim