Hicaz, hem insanlık hem de dinler tarihi açısından oldukça önemli bir yerleşim yeridir. İslam kaynaklarında insanların ilk olarak yerleştiği ve akabinde de çoğaldığı yer olarak söz edilir. Hz. Havva, cennetten çıkarıldıktan sonra Cidde yakınlarına, Hz. Âdem de Hindistan dolaylarına indirilmiştir. Sonra Mekke yakınlarındaki Arafat Dağı’nda buluşmuşlardır. İnsanlığın ilk mabedi olan Kâbe de Mekke’de inşa edilmiştir. İşte Hicaz bölgesi aynı zamanda Kur’an’da referans yapılan Güney Arabistan’dan Kuzeye gerçekleştirilen yaz kış seferlerinin uğrak noktası olmasının yanında, Mekke ve Medine gibi önemli dini merkezleri de içine alır. İslam inancının ortaya çıktığı dönemlerde bu bölgede putperestlik hâkim inanç olarak göze çarpıyordu. Ancak Yahudilik, Hristiyanlık, Sabiîlik ve Hanifilik inançlarına mensup topluluklar da bu bölgede varlıklarını sürdürüyordu. İslam inancı ilk çıktığında yoğun bir beğeniyle gönüllere hitap etmiş ve taraftar bulmaya başlayınca saldırılar da beraberinde gelmiştir. Saldırılan sonrasında da devam etmiştir. Bu saldırılarda ana fikir, İslam’ın Yahudilik ve Hristiyanlıktan esinlenerek ortaya çıkan bir din olduğudur. Namaz, oruç gibi birçok dini ritüelin kaynağının da bu dinler olduğu iddiaları sık sık dile getirilmiştir. Geçenlerde bu iddiaların dillendirildiği bir kitabı okurken elime tesadüf eseri Dr. Mustafa Baş’ın Kopernik Kitap’tan çıkan “Hicaz Yahudileri Tarihçe Etnik Yapı ve Dini Uygulamalar” isimli kitabı geçti. Baş’ın kitabı, Hicaz bölgesinin tarihi, siyasi ve sosyal yapısı, Yahudiliğin Hicaz’da yayıldığı yerler, dini uygulamaları, Yahudiler ile Araplar arasındaki ilişkileri inceliyordu. Oldukça ilginç bir kitaptı. Okumaya başlayınca bırakamadım. Çünkü Hicaz bölgesinde yaşayan Yahudileri ve din algılarını, o dönemdeki durumları itibariyle incelemeyi amaç edinen bir kitaptı. Aynı zamanda ortaya çıkan sonuçla birlikte İslam ile Yahudiliğin benzer ve ayrışan yönlerini açığa çıkararak söz konusu iddialara cevap oluşturmayı amaçlıyordu. Ben de bu kitaptan öğrendim, Hicaz bölgesindeki Yahudilerin varlığı binlerce yıl önce gerçekleşen Babil Sürgünü’ne kadar gidiyor. Doğu Romalıların, Kudüs’teki Mabedi yağmaladıktan sonra da çok sayıda Yahudi sığınmak için bu bölgeyi tercih etmiş. Yahudiler hatta kültür ve geleneklerini İslam öncesi Arabistan’ın sosyal ve dinsel yapısıyla bütünleştirerek oldukça dinamik bir diaspora örneği sergilemiş, sanattan siyasete, ticaretten ziraata Arap toplumunun her kademesinde dinamik bir topluluk olmayı başarmışlar. Arap isimlerini kullanmaktan ve Arapça konuşmaktan çekinmeyen bu grup, Yahudi kimliğine dayalı topluma mensubiyete varoluşsal önem atfetmişler.
Editör: TE Bilisim