Geçenlerde bir yerde okumuştum.’’ Kızlarınıza evlenince kaynanası mutlu olsun diye eline çeyizlik danteller vermeyin. Hayatta iki dantel, bir tabaktan daha değerli ve kalıcı bir şey vermek istiyorsanız kız çocuklarınızı okutun. Okutun ki parlak bir gelecekleri ve kimseye bağlı olmayan ekonomik bir özgürlüğü olsun.’’ Ne kadar yerinde ve doğru bir tespit. Her düşünceye saygım olmasına rağmen, kız çocuklarının sadece ev işlerine yönlendirilip gelişimini o yönde tamamlamasına ne gönlüm razı oluyor ne mantığım el veriyor. Hayat gayesi, çamaşır asmak, bulaşık yıkamak, çeyiz düzmek olan bir neslin yetişmesine, yetişmesine de müsaade edilmesine bir genç olarak tahammül dahi edemiyorum. Özellikle, üniversite okuyup üniversiteden mezun olduğu an evlenen kadınları da bir türlü anlamış değilim. Herkesin hayata gelme amacı, idealleri, beklentileri, vizyonu farklılık gösterse de bir kadın olarak, genç kızların önce kendi ayakları üstünde durup, güzel bir iş bulup ondan sonra evlilik yapmalarını düşünenlerdenim. Bir kadın, sağlam yere basmalı, birine bağlı veya bağımlı yaşamaktansa kendi özgürlüğünü, kendi gücünü eline alıp kendini gerektiğinde yoktan bile var edebilmeli. ‘’Kadının varlığına katlanamayan zihniyet; elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır.. Bu aralar size çok severek okuduğum bir kitaptan ve Nil Karaibrahimgil’in yazılarından bahsetmek istiyorum. Eminim benim gibi düşünenler de bu dediklerime katılacaktır. ‘’Biz kadınlar, erkeklerin işlerine nasıl karışmıyorsak, aynı saygıyı onlardan da bekliyoruz. Biz her şeyden önce kendimiziz. Bunu anlamak zor mu? Biz sadece birisinin kızı, kız kardeşi, sevgilisi ya da karısı değiliz. Bizim bir de sadece bize ait bir var oluşumuz, benliğimiz var. Tıpkı erkeklerinki ve diğer tüm canlılarınki gibi. Kendimizle ilgili kararlar verebiliyoruz çok şükür. Çok şükür, anneliği, doğurganlığı bize vermiş doğa ama bundan ibaret değiliz. Biz çok daha fazlasıyız. Biz on parmağında on marifeti olanız. Korkmayın bizden. Bizi kafeslere kapatmaya çalışmayın. Kalıplara sokmayı aklınızdan geçirmeyin. Kaba kuvvetle ehlileştirmeye, dille acıtmaya, ayıpla korkutmaya çalışmayın. Biziz size hem dünyayı hem de dünyadaki cennetleri sunan. Yalan mı? Kadınlarla erkekler her ne kadar farklı da olsalar, ikisi de birer insan olduklarından aynı haklara sahip olmayı hak ederler. Bu dünyaya gelen herkes, hangi ülkede gözünü açarsa açsın, kendini yaşama özgürlüğüne ve neşesine sahip olmalıdır. Kimse köle olarak doğmaz. Cinsiyeti ne olursa olsun. Kimse kimseye nasıl yaşaması gerektiğini dikte edemez. Ne zengin fakirden üstündür, ne güzel çirkinden ne de erkek kadından. İnsan kendinden milyon kat küçük bir böceğe bile, terliğiyle vurmadan önce bir duraksar. Duraksamalıdır da. Durur bir. Yahu der, bu nefes alıp veren, belki ben vurunca ruhu içinden uçup gidecek olan, belki bir köşede bir seveni bekleyeni olan bu böceğe, sırf bunu yapabiliyorum diye vurayım mı vurmayayım mı? Peki insan böceğe neden vurur? Korkar çünkü. Onu sokacağından, sağlığına zarar vereceğinden, üreyip her yeri basacağından korkar. Korku, her türlü şiddetin anneliğidir. Bakın her insanın olduğu gibi, her kavramın, halin de annesi vardır. Ne zaman birisinin kızına karısına, sanki o bir böcekmiş gibi terlik kaldırdığını, nasıl yaşaması gerektiği hakkında atıp tutulduğunu görsem, içim kan ağlıyor. Nasıl diyorum, neden, niçin. Neden kadınım diye, hakkımda ileri geri konuşulup duruluyor? Neden boynumu bükük görmek istiyorlar? Bir kadın, ülke de yönetir şirket de. Buluş da yapar, kanun da. Film de yapar, müzik de. Kitap da yazar. Astronot da olur, dağcı da. Dalgıç da olur. Kaptan da olur, pilot da olur. Dünya bütün bunları yaparken, pırlanta gibi evlatlar yetiştiren kadınlarla doludur. Kocası iş bulamayınca, evini de geçindiren bir kadın tanımayanımız var mıdır?’’

Editör: TE Bilisim