Galiba yaşlanıyorum. Şehrin sokaklarında gezerken çocukluğumu, gençliğimi anımsatan anılara rastlıyorum, geçmişe gidiyorum. Bazen de çocukluğumda yapılan ama şimdi yıkılan bir bina görünce hüzünleniyorum. Sıhhıye’de Sürmeli Oteli’nin yanına yapılan dev Etibank binası mesela. Yemekhanesinin müdürü, babamın arkadaşıydı. Bizi orada yemeğe davet etmişti. Şimdi yerinde bomboş bir arazi var. 19 Mayıs Stadyumu, her Ankaralı için büyük anlamlar taşır. Lisede 19 Mayıs gösterileri için haftalar süren hazırlıklar yapılırdı. Birçok liseden öğrenci, otobüslerle buraya getirilir, tribünlerde, sahada gösteri için provalar olurdu. Benim ise burasıyla ilgili anım hemen yanındaki toprak sahadan. Babam, futbolcu olmamı istemiyordu. Eskrime yazdırmıştı. Oysa ben hiç gitmedim. O yaşımda aileme haber vermeden gizlice 19 Mayıs’a gitmiş önce Esnaf Spor, sonra teklif üzerine Kavaklıdere Spor’a yazılmış, o toprak sahada antrenmanlara katılmıştım. Antrenman sonrası bitkin bir halde Gar binasına doğru yürüyüp beni eve götürecek otobüsün durağına geliyordum. Önceki yazımda Şevket Süreyya Aydemir’in 1923’te yargılanmak için Ankara’ya ilk gelişinden bahsetmiştim. Bu gelişinde Gar’da trenden indirilmiş, Hacı Bayram’a mahkeme salonuna doğru götürülmüştü. 1923’teki Ankara’yı ve o bölgeyi hadi bir de ondan dinleyelim: “Ankara istasyonunu şehre bağlayan yol, o zaman iki taraflı sazlıklar, bataklıklar arasından geçiyordu. Güneş kızgındı. Sazlıklarla bataklıklardan pis, miyasmalı bir hava yükseliyordu. Gelen geçen arabaların kaldırdığı tozlar, istasyonla şehir arasında tozdan bir hava gibi uzanıyordu. Sürüler halinde uçuşan sivrisinekler, bu tozdan bulut içinde bizimle beraber ilerliyorlardı. Yüzümüzü, boynumuzu, saçlarımızı tozlarla sıvıklaşan terler, ince bir çamur tabakası gibi sıvıyordu. Daha uzaktan görünen ve bütün şehri örten toz bulutu içine artık biz de girmiştik. İstiklal Mahkemesi, Hacı Bayram türbesine giden yolun alt sokağında, iki katlı harap bir binada yerleşmişti. Bu binaya birkaç kulaç derinliğinde çamurlu bir avludan girilirdi. Bu avlunun alçak kerpiç duvarları yıkıktı. Sokak kapısının köhne tahta kanatları ardına kadar açıktı. Birinci kattan ikinci kata birkaç ayaklık dik, gıcırtılı basamakla da çıkılıyordu. Kâtipler, memurlar, komiserler alt katta iki küçük odaya üst üste yerleştirilmişlerdi. Üst katta odanın biri, mahkeme salonu vazifesi görüyordu. Fakat sanıklar biraz kalabalık olunca, oda dar geleceği için, her iki katın dar sahanlıklarına sanıklar yahut gelen gidenleri oturtmak için tahta sıralar konulmuştu. Mahkeme kaleminde o gün kayıtlarımız yapıldı. Fakat sorguya çekilmedik. Ankara’nın beş on adım süren çarşısında, kahvelerin, dükkânların önünden geçtikten sonra Bend Deresine doğru indik. Hisar kayalıklarıyla Timurlenk tepesi arasından geçen bu dere yolu, kıvrıla kıvrıla Hatip Çayına doğru ilerliyor, sonra üzerine cezaevinin kurulduğu sırta yükseliyordu...” Sonra ne mi oldu? Şevket Süreyya Aydemir tutuklandı ve önce Ulucanlar, ardından da Afyon Cezaevi’ne gönderildi. Milli Eğitim Bakanlığı 100 Temel Eser arasında yer alan “Suyu Arayan Adam” kitabını hâlâ okumadıysanız, inanın çok şey kaybetmişsiniz demektir.

Editör: TE Bilisim