Bu hafta sonu ailemle birlikte Ankara'da bulunan Altınköy Açık Hava Müzesine gittim. Adından da anlaşıldığı gibi Altınköy, şehrin içinde Ankaralılara kırsal yaşamın izlerini yaşatıyor. Altınköy Açık Hava Müzesine girdiğinizde sizi ilk olarak horoz ve tavuklar karşılıyor daha sonra köy meydanına geldiğinizde ekmek yapan, hedik ve kavurga pişiren, sacda gözleme açan köylü kadınlar bekliyor. Az ilerisinde çimlerde sürüyle koyun kuzu...Kısaca kendinizi, şehrin ortasında bir köyde hissediyorsunuz. Her şey organik ve doğal. *** Ankaralılara önerimdir, yapay ve başı sonu bitmek bilmeyen AVM'leri turlamak yerine Ankara'nın güzelliklerini ve bilinmeyen yerlerini keşfedin. Gökdelenlere, kapalı alanlara, alış veriş merkezlerine, yapay alanlara hapsolmayın... Aslında Ankara'da gezip görülecek hafta sonunun tadını çıkaracak o kadar yer var ki sonra sitem ederiz Ankara yaşanacak bir şehir değil diye. Görmesini, bakmasını, yaşamasını bilene Ankara yokluğu bile var eden bir şehirdir bence. *** Gökdelenler inşa edip içine hapsoluyoruz, kutu gibi odalarda kafamızı çıkarmadan aynı bir robot gibi yalnızca komutları yerine getiriyoruz. Doğayla olan tüm iç içeliğimizi, tüm bağımızı koparıp beton binaların içinde yeşile hasret yaşayıp gidiyoruz. Kanada'da yapılan bir araştırmaya göre, gökdelen ya da çok katlı binalarda yaşayanlar daha mutsuz ve kalp krizi geçirme oranları daha yüksekmiş. Araştırmada iki kattan fazla binalarda oturup da kalp krizi geçiren hiç kimsenin kurtarılmadığı bildiriliyor.Katılmamak elde değil. Negatif olduğumuz zamanlara bir tabir vardır bilirsiniz 'ayağını toprağa bas' çünkü toprak ana negatif enerjiyi alır. Doğa, insanın nefes aldığı, yaşamını ilk idame ettirdiği yerdir. Bizim bırakın ayağımızı toprağa basacak yeri, yürüyecek yerimiz kalmadı. Her yer gökdelen, her yer rezidans her yer iç içe geçmiş ee haliyle bizim de içimiz geçmiş. *** Kısaca makineleşiyoruz, betonlaşıyoruz ve yavaş yavaş bitiyoruz... Şunu aklınızdan çıkarmayın, ‘’İnsanlar yaşadıkları yerlere benzer.’’

Editör: TE Bilisim