“Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış sayılmazsınız.” demiş Konfüçyüs. Bir meslek edinirken hayaller mi, idealler mi yoksa para mı önemli diye kendime defalarca sordum. En sonunda cevabım ideallerimden yana oldu. Paranın sadece bir aracı olduğunu düşünenlerdenim önemli olan elini zenginleştirmek yerine kafanın içini zenginleştirebilmek. Dün Çalışan Gazeteciler Gününü geride bıraktık ve dün ideallerimin peşinden giderek ne kadar doğru bir şey yaptığımın bir kez daha farkına vardım. Muhabirliğe başladığım günden bu yana sayısız insanla tanıştım, farklı farklı yaşamlara şahit oldum en önemlisi insana değdim.’’ İnsana değmek’’ tabirini biraz daha açacak olursam mesleğimi yaparken farklı hayat hikayeleriyle, insanı insan yapan zorluklara, acılara şahit oluşumla, farklı insanlardan her gün yeni şeyler öğrenerek birikim sağlamamla, bazen trajikomik bazen acı, bazen insanın içini ısıtan haberlerle bu 1 yıl içerisinde adeta 1 yaş daha büyüdüm. Röportaj yaparken gözleri dolana, ağlayana, gülene, sitem edene, sesini duyurmaya çalışana, şikayet edene gözümü kulağımı dört açtım. İyi bir iletişimci olabilmek için, sabırlı olmayı, zamanı iyi kullanmayı, dikkatli dinlemeyi, vücut diline önem vermeyi, empati yaparken aynı zamanda da objektif olmayı öğrendim. Benim sadece kendi içimde bir rekabetim var. Bu da bana huzur veriyor. Hiçbir zaman kendime ‘’Gazeteciyim’’ diyemedim çünkü biliyorum ki gazeteciyim demek için 40 fırın ekmek yemem gerekir. ‘İnsan, oldum, bittim, piştim’ dediği an da kendini bir adım geriye götürmez mi zaten? Gazetecilik, önemli bir güçtür. Gazeteci, tarafsız olup, ayna gibi gördüklerini yansıtan, nabza göre şerbet vermeyen, kalemini satmayandır. Tüm bunları yaparken de topluma karşı sorumluluklarını unutmayandır. Etik olandır. Evet, bunların hepsi kulağıma küpe... Bu işin saati yok. Sürekli kafanın çalışması, sürekli odaklanman, kendini geliştirmen, gündemden haberdar olman, insanlarla ilişki kurman gerek. Muhabirlik, bir yerde patlama olduğunda herkes olay yerinden kaçarken o tarafa doğru koşmaktır, bayram, tatil, izin dinlememektir, olayların üstüne üstüne gitmek, takipçisi olmaktır. Kısacası özveridir. Kanalların muhabir kadrosu çoğunlukla İstanbul’da olsa da ‘Ankara muhabiri’ olmak önemlidir. Tüm siyasi ve bürokratik kaynaklara en hızlı Ankara muhabirleri ulaşır. Bu açıdan işe doğup büyüdüğüm yer olan Ankara’da başladığım için kendimi bu anlamda avantajlı hissediyorum. Diğer bir avantajımda yerel gazetede mesleğe adımımı atarak önce yerelin nabzını yoklama imkanına erişmek oldu. Yukarıda da bahsettiğim gibi gazetecilik, büyük bir özveri gerektiren, her koşulda, günün her saatinde, haftanın her günü, üstelik tatil veya bayram yapmadan yerine getirilmesi gereken gerçekten zor bir meslek ancak yaptığı işi gerçekten sevenler muhabirlik yapabilir. Kendi tabirleriyle ‘zehir kanına işlediyse’ yaptığı işin getirdiği zorlukları kafasına takmaz. Bu duygu ve düşüncelerle, tüm meslektaşlarımın geçmiş 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Dayanışma Günü’nü kutluyorum. Kendime gelince bu kısacık zamanda bile muhabirliğin her koşulda koşturmak olduğunu zamanla yaşam biçimi haline gelmeye başladığının farkına vardım artık! O halde koşmaya devam!!!

Editör: TE Bilisim