Berlin Olimpiyatları (1936) Hitler’in aryan ırkın üstünlüğünü tüm dünyaya kanıtlamak için fırsat olarak kullanmak istediği bir organizasyondu. Ancak 23 yaşındaki bir genç sadece koşarak onun bu saçma ve içi boş faşist ideolojisini ezip geçti. O gencin adı Jesse Owens’di, bu onun hikayesi. Bu haftaki konuğumuz on çocuklu kalabalık bir ailenin en küçüğü olarak 12 Eylül 1913 yılında Alabama Amerika’da dünyaya gelen Jesse Owens. Jesse ve ailesi karşılaştıkları ırkçılık nedeniyle daha iyi bir yaşam için kuzeye göç ederek Cleveland’a taşındıklarında o henüz küçük bir çocuktu. Babası bir çelik fabrikasında çalışıp ailesine bakmaya çalışırken o da bir yandan okuyup bir yandan sokaklarda ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Öğretmenlerinden birinin onun yeteneklerini farketmesiyle spor kariyeri başladı. Henüz liseye giderken 100 metrede dünya rekorunu egale etmeyi başarmıştı ancak hiç kimsenin onu geçemediği Ohio Üniversitesinde dışlandığı için hiç arkadaşı yoktu. Renginden dolayı spor bursu  bile alamayıp geçinmek için çalıştığı sırada 22 yaşındayken 45 dakika içerisinde üç dünya rekorunu birden kırınca tüm dikkatleri çekti ve madalya alması için Nazi Almanya’sına gönderildi. Ülkesinde görmezden gelinen Jesse şimdi pistte en çok görmek istenilen kişi olmuştu.  Jesse Owens sadece Amerika’lıların değil Nazi partisi üyesi Adi Dassler’in de dikkatini çekmişti. Adidas markasının kurucusu onu bir yıl sonra olimpiyat köyünde ziyaret ederek ürettiği ayakkabıyı giymesi için ona teklif verecekti. Bu bir siyahi sporcuya verilen ilk sponsorluktu.                        1936 yılındaki olimpiyatlarda Berlin’de trübünlerdeki binlerce seyircinin, olimpiyat oyunları ilk kez TV’de yayınlandığı için evlerinden izleyen milyonlarca insanın ve yarışları izleyen Hitler’in gözü önünde aryan ırkın üstünlüğü saçmalığını 100 metreyi 10.03 saniyede koşarak piste gömdü. Ardından 200 metre, 4*400 bayrak yarışı ve uzun atlama dallarında da birinci olup toplamda 4 altın madalya kazanıp, 48 yıl boyunca kırılamayacak bir rekorla tarihe geçerek ülkesine döndü.      Ancak dört olimpiyat madalyasıyla ülkesine dönen Jesse Owens görmezden gelinmeye devam etti. Ödül törenine katılmasa da Hitler bile onu tebrik etmişti ancak kendi ülkesinin başkanı Franklin Roosevelt başarısının ardından onu ağırlamayı bırakın bir tebrik mesajı bile yayınlamadı. ABD kafilesi ülkeye döndükten sonra sadece beyaz sporcuları Beyaz Saray’da ağırlamıştı ama siyahi sporcular o saraya fazla gelmişti.                            Berlin’deki olimpiyat zamanlarında bile Nazilerle beraber aynı otellerde kalıp sokaklarda rahatça gezebiliyorken kendi doğup büyüdüğü, özgürlükler ülkesi Amerika’da beyazlarla aynı otobüse bile binemiyordu. Hatta olimpiyatlardan sonra kendisi için düzenlenen bir kutlamaya katılmak için geldiği binaya siyahlar ön kapıdan alınmadığı için arka kapıdan girerek servis asansörüyle yukarıya çıkmak zorunda kalmıştır.                           Dört olimpiyat altın madalyalı biri olarak geçinmek için benzin istasyonunda çalıştığı sıralarda kendisine “neden?”  diye soranlara “ Ne yapsaydım, sonuçta altın madalyaları yiyemezsin.” diye karşılık verir. Ömrü boyunca ırkçılığa maruz kalan Jesse Owens’a aradan tam 40 yıl geçtikten sonra 1976 yılında ABD’de bir sivilin alabileceği en yüksek onur olan Özgürlük Madalyası verilerek iade-i itibar yapılır. 31 Mart 1989’de hayatını kaybeden efsaneye onun bir sözüyle veda edelim “Hepimizin hayalleri var, fakat bu hayalleri gerçekleştirmek için korkunç derecede kararlılığa, adanmışlığa, çabaya ve disipline ihtiyaç var.”

Editör: TE Bilisim