Geçen hafta öğrenciler karnelerini alarak neredeyse 3 ay sürecek yaz tatiline başlamış bulunuyorlar. Çevremde karnesini alan çocuklara karnen nasıl diye sormaktansa direkt yaz tatilini nasıl geçireceksin diye soruyorum. Genelde aldığım cevap ise ‘Ankara’dayım, belki 1 haftalığına annemle babamla tatile gideriz’ oluyor. Bir an kendi çocukluğum ve yaz tatillerimiz aklıma geldiği zaman yeni neslin bizim yaşadıklarımızı yaşayamayacakları için hüzünleniyorum. Bizim yaz tatilimiz çocukken nasıl geçerdi? 2 tane kız kardeşi olan bir abla olarak üçümüzde heyecanla karne gününü bekler, Cuma günü takdirli-teşekkürlü karnelerimizi alır ve hemen akşamında köyümüze doğru yol alırdık. Dönüşümüz ise okullar başlamadan bir gün önceki Pazar günü olurdu. Dedem çokça tarla ekerdi. Ekin, arpa, nohut, mercimek, fiğ… Allah ne verdiyse artık. Annemse dedemlere yardım ederdi 3 ay boyunca. Biz ise sabahtan akşama kadar 3 kardeş köyümüzü turlar, derelerde oynar, tarlalarda ekinlerin arasında bir oraya bir buraya koşar, çamurlara batar, hayvanlarla arkadaş olur hayatın tadını çıkarırdık. Eskiden şimdiki gibi yaşadığımız yerler güvensiz yerler değillerdi. Ailemiz tereddüt etmeden bizi dışarı çıkarır, ta ki biz sıkılana kadar dışarıda kalırdık. Köyde herkes birbirini tanır ve herkes birbirine güvenirdi. Çocuklarını birbirlerine de emanet ederlerdi. Güven içerisinde, bolca doğal, bolca eğlenmeli, bolca temiz havalı bir tatil yapardık. Yani tatil gibi tatildi. Fakat günümüze bakacak olursak köyden kente olan göçün neredeyse tamamen yaşanmış olması ve bundan dolayı insanların köyleriyle olan bağlarını neredeyse tamamen koparmış olmaları artık çocukların tatillerini evlerinde geçirmelerine neden oluyor. Tabi bunun yanında ‘modern hayatın’ sağladığı kolaylıklara alışmış olmak da çocuğun doğadan yalıtılmış bir vaziyette, evinde, betonların arasında tatilini bitirmesine yol açıyor. 1980 ile 1990 yılları arasında doğmuş kuşağın her anlamda çok şanslı olduklarını düşünüyorum. En azından büyüdüğümüzde ayaklarımız toprağa basıyordu. Kirlenmenin, düşmenin, kavga ederek büyümenin ne demek olduğunu bilerek, öğrenerek büyüyorduk. Birde günümüze bakalım, çocuklar neredeyse cam fanus içerisinde yaşamanın ne demek olduğunu öğreniyorlar. Doğadan bihaberler. Aileler sürekli tedirgin. Sürekli kafalarında ‘ya çocuğumun başına bir iş gelirse’ korkusu var. Tabi bunun yanında ekonomik çıkmazlar da var. Eh haklılar da… Bütün bunları bir arada düşünecek olursak yine de çocukların evlerinde akşama kadar televizyon izleyecekleri ya da sanal alemde gezinecekleri bir tatil geçirmelerini onlara yapılan haksızlık olarak görüyorum. Belki de hayatlarının en güzel yıllarını dört duvar arasında her şeyden uzak sürdürmemeliler. En azından ayakları toprağa basmalı. Doğayla tanışmalılar, düşmeliler, kirlenmeliler… Bütün bu temennilerin yanında umarım her şeye rağmen unutamayacakları bir yaz tatili geçirirler. En azından ayakları toprağa basar…
Editör: TE Bilisim