Görme, konuşmadan önce gelmiştir der Berger. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Sözcükler büyük oranda figüratiftir hala. Göz her şeyi görür ,bir tek kendisini görmez. Gerçeküstücü ressam Rene Magritte "Düşlerin Anahtarı" adlı resminde sözcüklerle ilgili görülen nesneler arasında her zaman var olan bir uçurumu yorumlamıştır.(Bu bir pipo degildir ya da bu bir elma değildir ,resimleri çok bilinen örnekleri.) Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçimdir ve giderek bir tercihtir. Bu edimin bir sonucu olarak gördüğümüz nesne her zaman elimizle dokunabileceğimiz bir nesne anlamında olmasa da ulaşabileceğimiz bir alana getirilmiş olur. Bir şeyi gördükten hemen sonra, aynı zamanda kendimizin de görüldüğümüzü de kabul etmemiz gerekir. Bir imge yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. Her imgede bir görme biçimi yatar fotoğraflarda bile. Her bir fotoğrafa baktığımızda fotoğrafçının sınırsız görünüm olanakları içerisinden 'o' anı ve görünümü seçtiğini kabul ederiz. Fotoğrafçının görme biçimi konuyu seçişinde yansır. Her imgede bir görme biçimi yatsa da bir imgeyi algılayışımız ya da değerlendirişimiz aynı zamanda görme tercihimize de bağlıdır. İmgeler başlangıçta orada bulunmayan şeyleri gözde (zihinde) canlandırmak amacıyla yapılmıştır. Zamanla imgenin canlandırdığı şeyden daha kalıcı olduğu anlaşıldı. Daha sonraları imgeyi yaratanların kendine özgü görüşü de yaptığı kaydın bir parçası olarak kabul edildi. Bir doğa resmi gördüğümüzde kendimizi onun içine koyarız. Geçmişte yapılmış bir sanata bakıyorsak o zaman da kendimizi tarihin içine koymuş oluruz. Rönesansın başlarında yerleşen perspektif tekniğinde her şey bakan kişinin görme açısından düzenlenir. Sanat geleneklerine uyularak bu anlayışa “gerçek görünüş” denilmiştir. Perspektif tek bir gözü, görünen nesneler dünyasının merkezi yapar. Perspektifin içinde yatan çelişki perspektifin tüm gerçeklik imgelerini bir tek izleyicinin göreceği biçimde düzenlemesidir. Fotoğraf makinesinin (camera) keşfedilmesi insanın görüşün değiştirdi. Görünen nesneler başka bir anlama gelmeye başladı. Kübizme mensup sanatçılara göre görünenler- görüntüler tek bir gözün karşısına çıkan şeyler değildi artık. Verilen bir nesnenin çevresindeki tüm noktalardan alınabilecek görünümlerinin toplamıydı. Fotoğrafın keşfiyle daha öncesinde yapılan resimlere bakışı da değiştirdi. Başlangıçta resimler süslemek üzere yapıldıkları yapıların bütünleyici birer parçalarıydı. Her resmin 'biricikliği' bir zamanlar bulunduğu yerin biricik olmasından kaynaklanıyordu. Resim bir yerden başka bir yere taşınabilirdi. Ama hiçbir zaman aynı anda iki yerde birden görülemezdi. Fotoğraf makinesiyle resmin fotoğrafı çekilerek resim imgesinin taşıdığı biricikliği ortadan kaldırmış oldu. Fotoğraf makinesi aracılığıyla resim artık seyirciye gitmektedir, seyirci resme değil. Bir resim çoğaltıldığında “asıl resmin” biricikliği “kopyasının aslı” olmasından kaynaklanmaktadır. Burada insana biricik olarak çarpıcı gelen, resimdeki imgenin gösterdikleri değildir artık; Resmin anlamı söylediklerinde değil, ne olduğundadır. Özgün yapıtın değeri onun biricik olarak söylediklerinde değil, biricik oluşundadır artık. National Gallery’de Leonardo da Vinci’nin "Azize Anne ve vaftizci John’la birlikte Bakire ve çocuk " taslağının kopyaları bütün resim replikalarından daha çok satılmaktadır. Oysa bu resmi kısa bir süre önce yalnızca uzmanlar tanıyordu. Resmin bu kadar tanınmasını sağlayan mesele bir Amerikalının onu 2.5 milyon pounda satın almak istemesiydi. Bu resim şimdi bir odada tek başına kurşun geçirmez bir camın arkasında sergileniyor. Ona bu gizemli değeri sağlayan satış değeridir. İmge artık biricik, eşsiz olmasa bile sanat nesnesi olan şey, gizem katılarak biricik ve eşsiz kılınmalıdır. Tüm resimler çağdaştır. Resimlerin çağlarının tanıkları olma özelliği buradan gelir. Fransız ressam  Cezanne “Dünyanın yaşamından bir an geçer! O anı gerçekliğiyle yakalayıp resme geçirmek, bunu yaparken de her şeyi unutmak! O anı yaşamak ve duyarlı bir levha olmak… zamanımızdan önce olan her şeyi unutarak gördüklerimizin imgesini yansıtmak” sözleriyle resme geçirilen an’ların anlamlarına vurgulamaktadır. Goethe, “Resim sanatı  insanın görebileceği ve görmesi gereken, ama çoğunlukla görmediği şeyi karşımıza getirir” der. İnsan dünyayı ona karşı aldığı tutuma uygun olarak görür. Dolayısıyla bütün resim tarihi bir anlamda felsefenin, özellikle yazısız felsefenin tarihidir. Goethe, “Dünyaya dikkatle baktığımız her defasında teori yaparız” der. Zira baktığımız nesne üzerinde düşünemediğimiz sürece onu gerçekte hiç de görmeyiz. “Kulak dilsiz, ağız sağırdır” der Goethe, “ama göz hem duyar hem konuşur. Bu metin ve alıntılar  John Berger'in 'Görme biçimleri' ve Hermann Bahr'ın  'Görme – Dışavurumculuk  Modernizmin serüveni' adlı kitaplarından .  

Editör: TE Bilisim