Eski Türkçe’de mümtaz olarak geçen seçkin sözcüğünün kelime anlamı, benzerleri arasında üstün nitelikleriyle beliren, göze çarpan kimse demekken, siyaset ve sosyoloji kurumlarındaysa seçkin veya elit olarak nitelendirilen kimseler, sermayeyi ve onun getirdiği güçle de iktidarı elinde tutanlar için kullanılan bir kavramdır. Toplumda bu gücü ve iktidarı elinde tutan kimseleri tanımlamak için sıklıkla seçkin veya elit sıfatları kullanılmaktadır.

Ahmet N. Yücekök, Siyaset’in Toplumsal Tabanı kitabının önsözünde, siyaset bilimini, “Nerede, nasıl ve hangi koşullarda, kimin kime hükmedebileceğini öğrenmeye çalışan bir ilim alanıdır.” olarak tanımlamıştır.

Elitizme göre yönetimi elinde bulundurması gereken kimseler, en akıllı ve en iyi olanlardır. 

Siyaset teorisinde seçkincilik kavramını incelerken karşımıza klasik seçkinci düşünürlerden olan Vilfredo Pareto, Gaetano Mostar ve Robert Michels ve yakın seçkinci düşünürlerden olan Joseph Schumpetes ve C. Wright Mills karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber, seçkincilik kavramını konuşurken, ülkelerin seçkin bir azınlık tarafından yönetilmesi gerektiğini ilk ifade edenlerden olan Platon’u da anmak gerekmektedir. Platon, insanların mutlu bir hayat sürmeleri için, ya devletlerin başında filozofların olması gerektiğini ya da devlet adamlarının felsefe öğrenmeleri gerektiğini savunmuştur.

Klasik seçkinci düşünürlerden olan Vilfredo Pareto, bu yaklaşımın en önemli düşünürlerindendir. Pareto’nun çalışmalarında öne çıkardığı kavramlardan biri olan “usdışılk” liderlerin neden vazgeçilmez olduğunu başlı başına açıklayan sebeplerdendir, çünkü genellikle usdışılık kitlelerin genellikle örgütsüzlüğü ve ilgisizliğini de açıklar.

Seçkinlerin Yükselişi ve Düşüşü adlı eserinde Pareto, her şeyin değişebileceğini, tarih boyunca da değiştiğini fakat değişmeyen tek şeyin elitlerin varlığı ve yönetmeleri olduğunu vurgular. İktidara gelip güçlenirler, bir süre sonra güç kaybedebilir ve iktidardan düşebilirler fakir sonrasında yerlerine gelecek olanlar yine elitlerdir der ve bütün sistemlerde de bunun değişmeyeceğini söyler. 

Pareto siyasal yaşama sürekli Seçkinler hakim olduğundan, tarihi de “aristokratlar mezarlığı” olarak tanımlar.

Gaetano Mosca ise Pareto’nun aksine psikolojik bir çözümlemeden daha çok, yaklaşımlarını daha örgütsel çözümlemelere dayandırır. Mosca’ya göre örgütlü azınlıklar, örgütsüz çoğunluğu yönetmişlerdir her zaman. Mosca düzenli toplumlarda daima “hükümet” adı verilen bir otoritenin görüldüğünü söyler ve toplumları yönetici sınıf ve yönetilen sınıf olarak ikiye ayırır. Yöneten sınıflar Mosca’ya göre azınlıkta dahi olsalar, örgütlü ve “üstün” oldukları için hep yönetimdedirler.

Robert Michels’in çözümlemeleri ise, Pareto’ya nazaran Mosca’ya daha yakındır. Michels, Oligarşinin Tunç Yasası çözümlemesinin sahibidir. Örgütlerin, sergiledikleri demokratik dönemlerden sonra nasıl oligarşik bir yapıya dönüştüğünü anlatır. Oligarşinin Tunç Yasasına göre yönetimdekiler sürekli onaylanma ihtiyacında oldukları için, kitlelerin doğru bilgilere manipüle edilmeden ulaşmalarını engellerler. Ona göre örgütlerin tamamı demokratik görünseler dahi, özünde oligarşik bir yapıya sahiptirler. Bildiğimiz üzere oligarşi egemenliğin küçük bir zümrenin elinde olduğu düzendir.

Yukarıda izah edilenler perspektifinde seçkinlerle iktidar arasında bir bağlam üzerinden değerlendirme yapacaksak, referans noktamız ise demokrasi olacaksa, çoğulcu demokrasinin ne kadar önemli olduğunun altını çizmek gerekir. Nitekim; çoğulcu demokrasi iktidarda olmayan, gücü elinde bulundurmayan veya azınlıkta bulunan grupların da bir gün iktidar olabilmesine imkan verecek düşünce ve eylemsellik özgürlüklerini güvence altına almayı hedeflemektedir ve demokrasinin sadece seçim ve oy kullanma olarak nitelenemeyeceğini bizlere altı çizili ifadelerle söyler. Bu demokrasi anlayışı üniversitelerin, sendikaların, derneklerin ve benzeri sivil toplum kuruluşlarının statükodan arınmış, bağımsız ve tarafsız bir yargıya sahip hukuk devletinin hukuksal teminatları çerçevesinde kendisine hareket ve yön belirleyebilmektedir. Bunun yanı sıra yasama, yürütme ve yargının birbirini denetleyecek bir biçimde anayasal güvencelerle denetleme fonksiyonunun teminat altına alındığı bir demokrasi anlayışıdır.

Editör: TE Bilisim