Yıllardır müzik aletleri yapımcılığını yapan Kızılay Müzik’in işletmecisi Murtaza Çağır, atölye anlamında yapımcılara devlet tarafından destek verilmesi gerektiğini söyledi. Atölyelerin çoğunun sağlıksız olduğuna dikkat çeken Yapımcı Çağır, bu soruna çare bulunması gerektiğini belirtti. Çağır, “Çoğu arkadaşımız rahatsız ve koah hastası. Çoğu, kullanılan boyalardan cilalardan dolayı kanser hastası. Sağlıksız koşullarda çalışan binlerce arkadaşımız var. Eskiden malzeme yoktu fakat doğal malzemeler vardı. Cilalarımız, ağaçlarımız çok doğal malzemelerdi. Şimdi Afrika’dan, Amerika’dan ve Avrupa’dan gelen ağaçlarımız var, cilalarımız var. Çünkü iletişim kolaylaştı. Fakat bunları kullanmayı bilmiyoruz. Bu ağaçlar gelirken, bir hastalık getiriyor mu? Türk insanının yapısına uygun mu, değil mi? bilmiyoruz” diye konuştu. Yaklaşık 50 yıl önce Ankaralıların yanında müziğe başladığını ifade eden Çağır, Ankara müziği diye yoz bir müzik kültürü oluştuğunu da vurguladı. Çağır, “Ben 1969 yılında Ankaralıların yanında yetiştim. Böyle bir müzik ne gördüm ne de duydum. İlk defa duydum diyebilirim. Enteresan yoz bir kültür oluştu. Yapımcılara malzeme alanında kolaylık sağlanması gerekir. Atıyorum bir tel bulamıyoruz. Şuan kaliteli bir telimiz yok. Biz kendimiz üretmiyoruz çünkü. Dışarıdan gelen bir şey. Ve birkaç kişinin tekelinde bulunuyor bu şeyler” açıklamasında bulundu.  Müzik ve bilinmeyen birçok konuda değerlendirmelerde bulunan Çağır, sorularımıza şu şekilde cevap verdi: Kendinizden bahseder misiniz, Murtaza Çağır kimdir? 1957 Sivas doğumluyum. 1965’in sonunda Ankara’ya geldik. Zorunlu bir göç oldu. Yokluktan, ağaların köye hakimiyetinden dolayı babamlar şehre göç etmek zorunda kalmışlar. 1965 yılından beri Ankara’da ikametgah ediyoruz. 1969 yılında ise okulu bırakıp bu işe başladım. Okulu bırakıp bu işe başlamam da mecburiyetten kaynaklıdır. Bağlama yapımcılığına 1969 yılında çırak olarak başladım. o günden bugüne kendi atölyelerim oldu, başkaların yanında çalıştım. 1999’da ise bir hastalık geçirdim ve yapımcılığı bırakmak zorunda kaldım. Sonra ise bir mağaza da çalışmaya başladım. 2002 yılından beri de Kızılay Müzik mağazasını açtım ve o gün bugündür burayı işletiyorum. “BAĞLAMADA TEKNİK OLARAK ÇOK BÜYÜK KAZANÇ, AMA SES OLARAK ÇOK BÜYÜK KAYIP VAR” Yıllardır bu sektörün içerisindesiniz, yıllar içerisinde bu sektör hangi değişimleri geçirdi? Öncelikle yapımcılığa değinmek istiyorum. 1984 yılından sonra bağlamanın şekli ve sesi tamamen değişti. Yapılan ve kullanılan malzemelerden dolayı doğal sesimiz kayboldu gitti. Yeni yetişen gençler bu yeni sese alıştılar ve onunla devam ediyorlar. Bence bağlamada teknik olarak çok büyük kazanç, ama ses olarak çok büyük kayıp var. Atılan cilalardan dolayı ciddi sıkıntılar var. Koruyucu cilalar atıyoruz. Fakat bu koruyucu cilalar da doğal olarak enstrümanın sesini kesiyor. Enstrümanın doğal sesini kesiyor diyebiliriz. İkinci olarak müzikten bahsetmek istiyorum. Dünyadaki ve Türkiye’deki yaşanan koşullara ve olaylara bağlı olarak insanın müzik zevki değişebiliyor. Gelenekselciler var, yani benim gibi. Ben daha çok eski aşıkları seviyorum onları dinliyorum. Musa Eroğlu, Arif Sağ, Erdal Erzincan gibilerini takip edip dinliyorum. Çoğuyla da birebir tanışıyorum. Teknik olarak çok büyük gelişmeler var fakat şöyle bir durum var; yeni yetişen gençler tabi ki birilerini taklit edecek durumdalar, yapsınlar. Fakat birebir taklit etmeye başladılar. Ya da şöyle bir gelenek oluştu; şehirde yetişen genç köylü gibi söylemeye çalışıyor. Dolayısıyla hem şarkıya ya da türküye zarar veriyor, hem de kendini ispat edemiyor. Ne olduğu belirsiz bir şey çıkıyor ortaya. Bu sıkıntı da çok büyük bir sıkıntıdır. Yani doğal olarak bir dedeyi dinliyor, onu taklit etmeye çalışıyor. Fakat dilinin ona elverişsiz olduğunu bilmiyor. Geleneksel dili taklit etmeye çalışan geçlerden çok kötü sesler çıkabiliyor. Ayrıca çok kötü besteler üretildiğini de görüyoruz. Edebiyattan anlamayan, aşıklıktan bi haber nesilden bahsediyorum. Elbette ki yeni yetişen pırıl pırıl yazan, besteler yapan kişiler de var. Fakat çok kötü eserler de çıkıyor. Tuhaftır dinleyen birçok kişi de oluyor. Zevk meselesi diyelim. Bu sektörün içinde büyüyen birisi olarak gençliğe neler öneriyorsunuz, sizce bu sektörde ‘doğru yerde durmak’ nedir? Gençlerin kesinlikle doğru eskiyi dinleyerek, yeni şeyler üretmeleri gerekir. Yani taklitçi olmamaları gerekir. Taklitçi olabilirler ama birebir değil. Kendilerine örnek çıkarmaları lazım. Eskileri dinleyerek doğruları bulabilirler ve bu şekilde öne çıkabilirler. “MÜZİĞİN OLDUĞU YERDE KÖTÜLÜK VE PİSLİK OLMAZ” Müzik dersleri veriyor musunuz, haftada kaç saat ders veriyorsunuz, ücretlendirme nasıl oluyor, kaç öğrenciniz var? Birebir ders vermiyorum ama ders veren arkadaşlarımın çoğunu tanıyorum. Onlara yönlendiriyorum. Çok büyük talep var, doğru inanlara bu talebi yönlendirmeye çalışıyorum. Çok güzel grupların oluştuğunu buradan söyleyebilirim. Müziğin olduğu yerde kötülük ve pislik olmaz. Oluşan bu grupların geleceğinden umutluyum ve memnunum. Doğru adresler tercih edilerek kursa başlanabilir. Saat başı ücret alıyorlar. Haftada bir gün bir saat, ayda dört gün dört saat oluyor. Haftada iki gün, üç gün ders almak isteyen arkadaşlar da oluyor. Ona göre de program yapıp çalışabiliyorlar. Saati 50-60 liradan başlıyor. Bu makul bir fiyat, aslında az bile. Çünkü müziği öğretmek kolay bir şey değil. Enstrümanı öğretmek hiç kolay değil. Çünkü karşındaki hocanın yanlış bir ses duyması, onun o günkü ruhunu bozar, ruhunu alır götürür. Onun için sabırlı arkadaşlarımız var. Yani 50 lira gibi bir fiyattan bahsediyorsak bu çok iyidir. “ATÖLYELERE, DEVLETİN KESİNLİKLE YARDIM ETMESİ GEREKİR” Ben genellikle atölyecilikten geldiğim için, atölyelerimiz çok sağlıksız buna bir çare bulunması gerekir. Çoğu arkadaşımız rahatsız ve koah hastası. Çoğu, kullanılan boyalardan cilalardan dolayı kanser hastası. Sağlıksız koşullarda çalışan binlerce arkadaşımız var. Eskiden malzeme yoktu fakat doğal malzemeler vardı. Cilalarımız, ağaçlarımız çok doğal malzemelerdi. Şimdi Afrikadan, Amerikadan ve Avrupa’dan gelen ağaçlarımız var, cilalarımız var. Çünkü iletişim kolaylaştı. Fakat bunları kullanmayı bilmiyoruz. Bu ağaçlar gelirken, bir hastalık getiriyor mu? Türk insanının yapısına uygun mu, değil mi? bilmiyoruz. Devletin buna kesinlikle el atması gerekir. Çünkü bu kişiler bir kültür işi yapıyorlar. Türk sazı üretiyorlar, keman yapıyorlar, gitar yapıyorlar. Güzel atölyelerimiz de var ama çoğu sağlıksız. Cila atılırken cilahaneyi görmeniz gerekir. Berbat durumda. Ben de bu durumdan dolayı iki yıl hastane de yattım. Daha sonra ben de bırakmak zorunda kaldım. “SEKTÖRDE YÜZDE 40 ORANINDA KÜÇÜLME OLDU DİYEBİLİRİM” Ekonomik olarak sektörün durumundan biraz bahseder misiniz, Korona virüs siz fazla etkiledi mi? Aslında talebin çok olduğunu söyleyebilirim. Koronadan önce bu talep çok çok fazlaydı. Virüs bizi de ciddi derece de etkiledi. Sektörde yüzde 40 oranında bir azalma olduğunu söyleyebilirim. Dershaneler kapandı, okullar kapandı, korolar kapandı. Bunların tamamı bizi olumsuz etkiledi. Uzaktan görüntülü ders işlenmeye başlandı. Ama bunun ne kadar verimli ve sağlıklı olabileceğini bilemiyorum. “ANKARA MÜZİĞİ DİYE BİR YOZ KÜLTÜR YARATTILAR” Buradan yıllarca bu işi yapan birisi olarak öğrencilerinize ve Ankaralılara vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Doğru şeyler dinleyip, doğru bir yol çizsinler. Ankara diyince aklıma geldi; Ankara müziği diye bir müzik çıkardılar, enteresan bir müzik türü. Ben 1969 yılında Ankaralıların yanında yetiştim. Böyle bir müzik ne gördüm ne de duydum. İlk defa duydum diyebilirm. Enteresan yoz bir kültür oluştu. son olarak atölye anlamında yapımcılara bir destek verilmesi gerekir. Malzeme alanında kolaylık sağlanması gerekir. Atıyorum bir tel bulamıyoruz. Şuan kaliteli bir telimiz yok. Biz kendimiz üretmiyoruz çünkü. Dışarıdan gelen bir şey. Ve birkaç kişinin tekelinde bulunuyor bu şeyler. Dükkanım da küçük ama bir çok çeşit malzeme ve müzik aleti bulunur bende. Elli çeşit müzik aleti bulunuyor diyebilirim. Haber-Fotoğraf/Kadir GÜRHAN
Editör: TE Bilisim