Yurttaşlık Derneği’nden insan hakları savunucusu Hakan Ataman ile Türkiye’de ve Avrupa’da mültecilerle ilgili ne gibi yasal düzenlemelerin olduğuna ilişkin konuştuk. Mültecilikle ilgili bilinmeyenleri anlatan Ataman, Türkiye’de ‘yasalara’ göre sadece Avrupa’dan gelenlerin mülteci olarak kabul edildiğini söyleyerek, Avrupa’nın ise mülteci konusunda ikiyüzlü davrandığını belirtti. Mülteci ve mültecilik konusu tüm dünyayı yakından ilgilendiren bir konu. Herkesi bu kadar yakından ilgilendiren bir konu olmasına rağmen birçok kişi mülteci kelimesinin anlamını dahi bilmemekte. Üstelik dünyanın her yerinde yasal düzenlemelerin yetersiz olduğu insan hakları savunucuları tarafından tekrar ediliyor.  Konu ile ilgili gazetemize konuşan Hakan Ataman, Türkiye’de 2013 yılına kadar mültecilerle ilgili bir kanunun dahi olmadığına vurgu yaparak, ilk kez 2013 yılında “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” isimli bir kanunun hazırlandığını ifade etti. Mülteci nedir? Mülteciler ne tür sıkıntılarla karşılaşıyorlar? Mülteciler kendi ülkelerinde savaş, doğal felaket, insan yapımı felaketler (nükleer patlamalar gibi) gibi veya baskıcı rejimlerin olduğu ülkelerde siyasi, dini, politik durumu, etnik kökeni, cinsel yönelimleri vb. özellikleri nedeni ile ayrımcılığa uğrayan ve bu nedenle ülkesini terk etmek zorunda kalan ve geri dönemeyecek durumda kalan insanlara ‘mülteci’ deniliyor. Bu tür durumlarda insanların kendi ülkelerini terk ederek güvende olacakları başka bir ülkeye sığınma haklarını uluslararası düzeyde İnsan Hakları Bildirgeleri tanımlamış vaziyette. Bu bir statüyü ifade ediyor esasında. Sığınma esnasında insanların kaçışını ve başka bir ülkeye geçiş süreçlerini ifade eden bir tanımlama. Dolayısıyla mülteciler bu açıdan özel bir tanımlama ihtiyacı duyulan ilk uluslararası metinlerin öznesidir. Çünkü uluslararası sözleşmeler cinsiyet, yaş, enstite gibi unsurlara pek fazla dokunmazlar. Ama mültecilerin statüsüne ilişkin uluslararası alanda bu şekilde bir tanımlama vardır. Aynı zamanda mültecilere tarihsel bir perspektif de verilir. Sözleşmenin ilk halinde 1951’den önce Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeni ile diye bir ifade kullanılıyordu. Bu ifade ile II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Nazizm faşizmi, savaş, katliamlar ve bundan kaçan milyonlarca insanı tanımlıyordu. Ama daha sonra 1970’lerde var olan coğrafi sınırlama ve tarihsel limit de kaldırıldı. Dünyada herhangi bir zamanda herhangi bir yerde meydana gelen ve buna benzer olaylardan dolayı kaçmak zorunda kalan insanlar olarak tanımlanmaya başlandı. Türkiye’de mültecilerle ilgili yasalar ne durumda? Türkiye’de sözleşmeye bir coğrafi çekince olarak adlandırdığımız bir uygulama söz konusu. Türkiye hala 1951 yılında kalmış durumda ve sadece Avrupa’da meydana gelen olaylarla sınırlı tutmuş vaziyette. Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak kabul ediyor ama Avrupa Konseyi’ne üye olmayan devletlerden gelenleri hala mülteci olarak kabul etmiyor. Yani örneğin Suriye’den Türkiye’ye gelenler evrensel hukuka göre mülteciler fakat ulusal hukuk bunu bu şekilde tanımlamıyor. Dolayısıyla da buna ilişkin çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Mültecilere ilişkin ilk hukuki düzenleme Türkiye’de yayınlanan yönetmelik ile oldu. 1994 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Kürtlerin Irak’tan Türkiye’ye doğru topluca kaçması sonucu Turgut Özal hükümetinin konuyla ilgili bir yönetmelik hazırlaması ile oldu. Bu sadece Avrupa dışından gelenlere Türkiye’de geçici ikametgâh hakkı tanınması ile alakalıydı. Ve bu mültecilere ilişkin ilk hukuki düzenleme olarak kabul edilir. 1994 yılından 2013 yılına kadar hiçbir hukuki düzenleme yapılmadı ve Türkiye’de mültecilere ilişkin bir kanun 2013 yılına kadar yoktu. İlk kez kanun anlamındaki düzenleme 2013 yılında yapılan “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” isimli kanundur. Bu düzenleme 2014 yılında yürürlüğe girdi ve yürürlüğe giren kanunda mülteci tanımı vardır ve hala sadece Avrupa’dan gelenleri içeriyor. Örneğin Ortadoğu ülkelerinden gelenler farklı tanımlarla tanımlanıyor ve onlar için ‘geçici mülteci statüsü verilir’ diye bir ibare yer alıyor. Bu esasında şunu ifade eder: Türkiye’ye gelen kişi uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur ve Göç İdaresi şartlı mülteci statüsü vermiştir. BM’deki başvurusu sonuçlanıncaya kadar kişi Türkiye’de koşullu olarak kalabilir anlamına gelir. Yani kişi hangi ülkeden geliyorsa kanuna göre onun konumu Türkiye’de farklıdır. Veya çok önemli bir durum varsa Göç İdaresi o kişiye ikincil koruma verir. Bu da şu anlama gelir: Kişi Türkiye’de durmayacaktır, kendi ülkesine gönderildiğinde ise başına bir felaket geleceği düşünülür, örneğin kişi hastadır, o kişi için özel korumalar sağlanabilir. Geçici koruma kararı sadece Bakanlar Kurulu kararı ile veya toplu göç hallerinde tanınan bir statüdür. Suriyelere uygulandığı gibi. Türkiye’de mültecilere yönelik hukuki düzenleme bu şekildedir. Türkiye’deki hukuki düzenlemenin uluslararası hukuk ile uyumlu olmaması ise Türk hukuku için vahimdir. Yine de bu durum önceki döneme göre de bir ilerlemedir. Mülteciler için hukuki düzenlemeler yetersiz ve kapsayıcı değil, uluslararası standartla uyumu değildir. Türkiye’de özellikle Suriyeli mültecilere ilişkin nefret söylemi var. Bununla ilgili neler demek istersiniz? İlk olarak Türkiye’deki dayanışma ağları çok güçlü değil. İkinci ise mültecilerle ilgili yöneticilerin güçlü politikaları yok. Politika olmadığından dolayı Suriyeli mülteciler üzerinde gördüğümüz gibi tam bir kaos söz konusu. Toplumda huzursuzluk ve güvensizlik var. Çünkü uygun bir politika ile alınmadığı, ideolojik ve duygusal bir ortamda alınan kararlarla alındıklarından dolayı bir kaos söz konusu. Bu ise toplumda tansiyon yaratmış durumda ve bununla ilgili bir politika üretilmiyor. Bundan dolayı da Suriyelilere yönelik linç girişimleri söz konusu ve bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Üstelik bunlar sıkı önlemler alınmasına rağmen böyle. Bunun dışında 1 milyon 200 bin civarında okul yaşında çocuklar var. Bunların hala 500 ile 600 bini okullara kavuşmuş durumdalar. Diğerleri çocuk içi olarak çok zor koşullarda, sömürülerek, paralarını dahi alamadan çalıştırılıyorlar. Ve bir kuşak bu şekilde kaybolmuş durumda, ikinci kuşak da keza öyle. Üçüncü kuşağı kurtarmak için şuanda çaba sarf ediliyor. STK’ların mültecilere ilgisi nasıl? Mültecilerle alakalı diğer bir sorun ise konuyla ilgili çalışacak olan sivil toplum kuruluşlarına çok ciddi kısıtlamalar getirilmiş olması. STK’ların mültecilerle ilgili her konuda izin almaları gerekiyor, izin alamadan hiçbir şey yapamıyorlar. Oysa bu konuda kaynağı, parası olan STK’lar var. Fakat bu STK’lara faaliyet göstermeleri için izin verilmiyor. Örneğin Sınır Tanımayan Doktorlar gibi… Bu durum beraberinde başka sorunlara da neden oluyor. İllerde sivil Göç İdaresi kurulması öngörülmüştü ve kuruldu. Her Göç İdaresi’nin etrafında sayısız özel şirketler bulunuyor. Bunlar mültecilere vize almak, çalışma izni almak, çeviri hizmeti vermek gibi vaatlerle onları oyalayan sömürü alanları durumundalar. Bütün bunları düşündüğümüzde Türkiye’de mülteciler için durumun pek iç açıcı olduğunu söylenemez. Çünkü bu sorun artık güvenlik meselesi olarak addediliyor. Hal böyle olunca da birçok şey izne tabi oluyor ve Göç İdaresi çevresinde kurulan şirketler tarafından sömürü alanı olarak kullanılıyor. Hâlbuki STK’lara izin verilse, STK’lar mültecilere ücretsiz çeviri hizmetinden tutun nasıl bir yol izleyeceklerine kadar birçok hizmeti ücretsiz ve gönüllü olarak verebilecek durumdalar. Avrupa’da durum nasıl? Avrupa’da bu konuda bir ikiyüzlülük var. Geri Kabul Anlaşmalarından sonra bu konudaki etik ilkeler mahvedildi ve bunun da mucidi de AB’dir. Avrupa’da yükselen popülizm ve aşırı sağ hareketin güç kazanması merkezi sağı da zor durumda bıraktı. Merkez sağ bu konuda daha liberal bir tavır alacağı yere aşırı sağa yaklaşmış durumda. Onlar da bu göçmen karşıtı politikaların esiri olmuş durumdalar. Dolayısıyla göçmenler için durum Avrupa’da da hiç iç açıcı değil. İkincisi ise aşırı sağın yükselmesi, ekonomik krizin nedeni ve daha birçok şeyin nedeni yöneticiler değil de sorumlusu mültecilermiş gibi davranıyorlar. AB ise bunu önlemek için bir icat gerçekleştirdi. Bunun adına ise “Geri Kabul Anlaşmaları” dedi.  Mültecileri böylelikle kendi topraklarının dışında tutmaya çalışıyorlar. Biz buna ‘Dışsallaştırma’ ya da ‘Haricileştirme’ diyoruz. Böylelikle mültecileri sınırlarına almıyorlar. Bunun için duvar ördürenlerden kilometrelerce uzanan dikenli telleri kurduran birçok AB ülkesine rastlamak mümkün. Bunun için özel polis gücü bile yaratılmış durumda. AB ülkeleri güvenlik önlemleri için harcadıkları parayı mülteciler için harcasalardı daha hayırlı bir iş yapmış olacaklardı. Yani AB ülkeleri diğer ülkelerle bu anlamda ‘Geri Kabul Anlaşmaları’ yapıyorlar. Bu metinler gayri ahlaki, etik olmayan şekilde hazırlanan metinler. Ve bu anlaşmalar hak ihlallerine yol açan anlaşmalardır. Umuyoruz ki tüm dünyada mültecilerin daha insani koşullarda yaşayacakları hukuki düzenlemeler biran önce yapılacaktır. (Türkan ÇATAL YILDIZ)

Editör: TE Bilisim