Ne zaman cümleye “bu coğrafya o tarihte büyük acılar çekti” diye başlamak istesem duruyor ve kendime kızıyorum. Bu coğrafya ne zaman büyük acılar çekmedi ki? Bu coğrafyada gözyaşı ne zaman kan olup akmadı ki? İşte bu acılardan biri de 1873 kışından 1875 ilkbaharına kadar yaşandı. Öyle bir acıydı ki insanlar unutmak için artık konuşmuyor bile. Bu acıyı o tarihlerde çeşitli nedenlerle Osmanlı İmparatorluğu’na gelen iki gezgin/görevliden dinleyelim. Bu gezgin/görevlilerden biri Andreas David Mordmann. Kuzey Almanya kentleri birliği olan Hansa’nın İstanbul temsilciliğinde görev yapmak üzere 25 Ocak 1846’da İstanbul’a gelmiş. 1877 yılında Mekteb-i Mülkiye’nin coğrafya ve istatistik hocası olmuş ve 31 Aralık 1879’da İstanbul’da kalp krizinden ölmüştür. Mordmann, Ankara dâhil birçok ile seyahat etmiş ve bu seyahat notlarını ‘Anatolien’ adlı kitabında toplamıştır. Anıları ayrıca 1999 yılında “İstanbul ve Yeni Osmanlılar” adıyla Pera Yayınları tarafından basıldı. Andreas David Mordmann, kıtlık günlerini şöyle anlatıyor: “Kastamonu, Ankara ve Kayseri vilayetleri topraklarının bereketi nedeniyle eskiden beri Türkiye’nin en zengin bölgeleri arasında yer almaktaydı. Buralarda yetişen buğday, Rusya’nın güneyindeki en dolgun başaklı türlerden daha ağırdı. Bu yörelerde 18 ay boyunca yani 1873 kışından 1875 ilkbaharına kadar, yakın tarihte benzeri görülmemiş bir kıtlık yaşandı. 1873 yazında görülen kuraklık, felaketin başlıca nedeniydi. Türk çiftçisi asgari ihtiyaçlarından fazlasını ekmekten kaçındığı için elinde stoklar yoktu; rekoltede meydana gelen en küçük düşüş fiyatların hemen artmasına neden oluyordu. İktisat kurallarının öğrettiği gibi, hububata konan ihraç yasağı kıtlığı önlemek şöyle dursun, tam aksine, kıtlığa yol açar. 1873-75 yıllarında İç Anadolu’da yaşananlar bunun doğruluğunu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır. Ankara Valisi Derviş Paşa, vilayetinde baş gösteren felaketi Babıali’ye bildirmeye bile lüzum görmediği için hükümet, saydığım vilayetlerde Ekim 1873’ten itibaren olup bitenlerden ancak Nisan 1874’te haberdar oldu. Hükümet bir şey yapmaya karar verinceye kadar birkaç ayın daha geçmesi gerekti. Hükümet ile özel yardım kurumlarının kararlı işbirliği sonucunda kıtlıktan en fazla etkilenen Ankara köylerine gıda ve para yardımı ulaşmaya başlamış. Fakat bölgeye gönderilen müfettişlerin raporlarından aynı zamanda mutasarrıfların sorumsuz hareketlerine dair korkunç haberler alınmaktadır.” Kıtlık ve Anadolu’nun iktisadi olarak mahvı kitapta daha ayrıntılı işleniyor. Tümünü buraya almamız mümkün değil. Bu nedenle kitabı edinmenizi tavsiye ediyorum. Aynı kıtlığı bir de Frederick Gustavus Burnaby’nin İletişim Yayınları arasından çıkan “At Sırtında Anadolu” isimli anılarından dinlemek lazım. Önce kısaca yazardan söz edeyim. İngiliz ordusunda istihbarat subayı olarak görev yapan Albay Frederick Gustavus Burnaby, 1876 yılında Anadolu’ya geliyor ve uşağıyla birlikte burayı baştanbaşa dolaşıyor. Burnaby’nin sözleri belki size biraz abartılı gelecek ama yaşananları şöyle anlatıyor: “Ankara’nın, o yöreyi 1873-74’te perişan eden kıtlığın etkilerini hâlâ atlatamamış olduğunu öğrendim. Bu arada, yöre halkının hükümete olan vergi borçları bir buçuk milyon Türk lirasını buluyordu. 1872 öncesine ait ödenmemiş bazı vergi faizleri silinmişti. Bunlardan bir kısmı on, on iki veya yirmi yıllıktı. Hükümet, faizleri silmeden önce bütün miktarı toplama hakkını açık artırmaya çıkarmış ama yöre halkının büyük bir kısmı başka yerlere göç ettiği için kimse arttırmaya katılmamıştı. Kıtlık döneminde kent çevresinde 18 bin kişi ölmüş, daha sonra da 25 bin kişi kıtlığın etkilerinden hayatlarını kaybetmişlerdi. Bölgenin başlıca ticaret metası keçi kılıdır; oysa sığırların, koyunların ve keçilerin yüzde 60’ı ölmüştü. Çocuklar terk edilerek sokaklarda bırakılmıştı. Bu arada, bazı bebeklerin aileleri tarafından yenildiği de gün ışığına çıkmıştı.”

Editör: TE Bilisim