Osmanlı İmparatorluğu’nu, özellikle de sarayı konu alan diziler ve filmlerde sultanlar ve nazırlar hep siyah kıyafetlerle karşımıza çıkar. Gerçekten Osmanlı devlet yöneticileri ve sultanlar başlarındaki sarıkları hariç öyle simsiyah mı giyinirlerdi? Bir önceki yazımızda diplomat, seyyah, dil bilimci ve eski eser meraklısı olan Ogier Ghislain de Busbecq’ten söz etmiştim. Kendisi, Ankara’daki Augustus Tapınağı’nda yer alan ve Latince olan Momentum Ancyronum yazıtını ilk kez yayınlayarak Batı literatürüne girmesini sağlamıştı. Ankara keçisiyle leylağın yanı sıra laleyi de Avrupalılara tanıtmıştı. Gelin şimdi, İş Bankası Kültür Yayınları arasından 2005’te okurla buluşan “Türk Mektupları / Kanuni Döneminde Avrupalı Bir Elçinin Gözlemleri 1555-1560” isimli eserde Ogier Ghislain de Busbecq’in Ankara keçisini ve onun tüyünden kumaşı Avrupalılara nasıl tanıttığını, yöneticilerin kıyafette hangi renkleri tercih ettiğini okuyalım: “(…) yapağıdan camlet ya da moher denen o ünlü kumaşın imal edildiği keçileri gördük. Bu keçilerin tüyleri çok ince ve parlak, yere kadar sarkıyor. Çobanlar tüyleri kırpmayıp tarıyorlar. Güzelliği ise ipekle kıyaslanabilir. Bunları sık sık suya sokuyorlar. Hayvanlar yörenin ince kuru otlarıyla besleniyorlar. Yünlerinin inceliğine bunun katkısı olduğu söyleniyor. Şurası muhakkak ki başka otlaklara götürülürse yünü değişikliğe uğruyor ve hayvanlar tanınmaz hale geliyorlar. Yöredeki kadınların bu yönden eğirdiği iplikler Galatia’da bir şehir olan Angora’ya [Ankara] götürülüp ileride anlatacağım şekilde boyanıyor. (…) Daha önce de bahsettiğim keçi yününü ıslatarak yapılan camlet’in (moher) nasıl boyandığını ve bir baskı aletiyle üzerine su dökülerek dalgalı görüntüsünün nasıl verildiğini gördük. Geniş ve kesintisiz dalgalı parçalar en makbul addediliyor. Dalgaları ufak ve farklı boyda olanlarla renkleri birbirine karışanlar aynı malzemeden yapılmalarına rağmen kusurlu sayıldığından değerleri birkaç altın kadar daha ucuz. Bu kumaşla giyinmek yüksek mevkilerdeki yaşlı Türkler arasında bir seçkinlik işareti. Süleyman bile bundan başka bir kumaşla giyinmiş olarak görünmek istemez ve yeşil rengi tercih edermiş. Bu renk bizlere göre yaşını almış biri için uygun değil ama dini akideleri ve peygamberleri olan Muhammed’in ihtiyarlığında aynı renkte giyinmiş olması bunu emrediyor. Türkler siyahın kötü ve talihsizlik getiren bir renk olduğuna inanıyor ve birinin siyah giymesini uğursuzluk addediyorlar. Öyle ki paşalar bizi birkaç defa siyah elbiselerimizle görünce hayretlerini gizlememiş, hatta ciddi şikâyetlerde bulunmuşlardı. Türkiye’de hiç kimse eğer büyük paralar kaybetmemiş veya ciddi bir felakete uğramamışsa halkın içine siyahlar giymiş olarak çıkmaz. Pembe renk ise seçkinlik alametidir ancak savaş zamanı ölümün habercisi addedilir. Beyaz, sarı, mavi, menekşe, kurşuni ve diğerleri daha uğurlu renkler sayılır. Türkler kehanete ve fala gerçekten büyük önem verirler. Bir paşanın atı tökezlediği için makamından azledildiği meşhurdur. Bu olay büyük bir felaketin işareti olarak görülmüş ve onu azlederek uğursuzluğu devletin başından bir şahsın başına aktarmak istemişler.”

Editör: TE Bilisim