Anadolu Ajansı (AA) Milli Mücadele’yi ülkeye ve dünyaya doğru bir şekilde duyurmak için 6 Nisan’da Ankara’da kuruldu. Ajans ilk bültenini ise 11 Nisan’da servis etti ve kuruluş sebebini açıkladı. Ajansın kuruluş fikri, Halide Edib Adıvar ve Yunus Nadi’nin İstanbul’un işgali sonrasında Ankara’ya gizli yollardan gelişi sırasında ortaya çıktı. Bu ilginç kuruluş hikâyesini gelin Halide Edib Adıvar’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” isimli kitabından okuyalım: “Ertesi sabah, bir saat Akhisar’da kaldıktan sonra Lefke’ye vardık. Burada Yunus Nadi Bey’le konuştum. Kendisi, İstanbul’da Yeni Gün gazetesini çıkarıyordu. Bir başka yoldan kaçıp gelmiş ve Geyve’de bizim kafileye katılmıştı. Yolun tehlikeli ve güçlükleri azaldığından, beni Ankara’ya çağıran işi düşünmeye başladım. Anadolu’daki milliyet hareketinin en zayıf tarafı gazeteci ve propaganda yokluğuydu. Onun için Yunus Nadi Bey’i bir Hızır gibi karşıladım. Ben tabii gazetecilik işi ve Milli Hareket’in sözcüsü olmak üzere bir ajans yayınına başlamanın lüzumu üzerine kendisiyle konuştum… Şimdi mektep [Ziraat Mektebi] kullanılmadığı için çiftlikte kalan talebe yoktu. Ve bize orada yer vereceklerdi. Araba güçlükle sırtın tepesine tırmandı. Binanın önünde iki asker nöbet bekliyordu. Loş antreye açılan koridorlar vardı… Mustafa Kemal Paşa, Adnan ve Cami Bey’le görüşüyordu. Kapının önüne kadar geldi, elimi öptükten sonra sedire karşılıklı oturduk. Konuşmaya, yoldaki intibalarımı sormakla başladı. Ben gerek yoldaki gerek o sabah kadınlarla konuşmamı hatırlayarak hemen Yunus Nadi Bey’le yolda konuştuğumuz ajans meselisin açtım. Ne harici dünya ne memleketin içi Milli Hareket’in manasını anlamamışlardı. Çünkü bu hususta haber alamıyorlardı. Bunu Yunus Nadi Bey’le Anadolu Ajansı olarak başlamayı konuştuğumuz anlattım. Teklifimiz, bu ajans haberlerini telgrafhanesi olan her yerlere göndermek ve olmayan yerlerde de camilere ilan halinde yapıştırmaktı… Bu noktalar üzerine anlaştıktan sonra Yunus Nadi Bey’in orada hemen çıkarmaya hazırlandığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesine de yardım etmek istediğini Mustafa Kemal Paşa söyledi. Ben, bir yazı makinesi lazım olduğunu söylediğim zaman bunu Osmanlı Bankası’ndan temin edeceğini vaat etti… [Dr. Refik] Ankara’ya geldiğimin beşinci günü, büyük sofaya açılan dar ve uzun odalardan birini bana ayırdı. Burasını bir nevi büro haline sokmuştu. Buranın eşyası, büyük bir yazıhane, dosya rafları, sandalye ile beraber iki masa, bir de eski bir yazı makinesinden ibaretti. Ben İngilizce gazetelerin siyasete kaçan kısımlarını tercüme eder, Mustafa Kemal Paşa’nın kâtibi Hayati Bey’in getirdiği telgraflar arasından Anadolu Ajansı veya Hâkimiyet-i Milliye gazetesi için lazım olan parçaları keser, bundan başka da Mustafa Kemal Paşa’nın diğer muhaberatına ait yazıları hazırladım. Burada Afganistan’dan bize gelmiş olan Abdürrahman adında genç bir Afganlı da bana yardım ederdi. Abdürrahman, Balkan Harbi esnasında Türkiye’ye gelmiş, tabiiyetimize girmiş, Birinci Dünya Savaşı’nda bizim orduda hizmet etmişti. Ondan sonra da Rauf Bey’le beraber Erzurum’a gitmiş ve artık Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhından ayrılmaz olmuştu. Bir parmağıyla fakat başarıyla yazı makinesini kullanır, bundan başka da iş görmezdi. Bununla beraber çok idealist aynı zamanda Pan-İslamist olduğu için her şeyi o bakımdan muhakeme ederdi…”
Editör: TE Bilisim