Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Adapazarı’ndan itibaren Geyve, Taraklı, Köstebek, Nallıhan, Beypazarı ve Ayaş ilçeleri, Ankara’nın İstanbul yolu üzerinde olduğu için pek mühimdi. Anadolu’nun nefes borusuydu. İstanbul’dan kaçarak Ankara’ya gelen aydın, siyasetçi, asker herkes bu yolu takip ediyordu. İstanbul hükümeti, işgalci İngilizlerin desteğiyle bu bölgede Kurtuluş Savaşı’nı zayıflatmak ve Anadolu’nun nefes almasını engellemek için ardı ardına isyanlar tertipliyordu. Bunu neden anlattım? Gittiğimiz ya da yaşadığımız yerlere ait yıllar öncesinin bir fotoğrafını gördüğümüzde hepimiz o fotoğrafa bakar ve zihninde bugünü ile karşılaştırır. İşte benim için günlükler de birer fotoğraftır. Bu nedenle geçmişe ait günlüklere yoğun bir düşkünlüğüm vardır. Özellikle de 1910-1923 Osmanlı ve genç Cumhuriyet dönemine ilişkin günlükler benim için paha biçilmez değerdedir. Birçok yayınevi tarafından yayımlanan bu tür kitaplara rastlarız. Ancak ağırlıklı Türkiye İş Bankası Yayınları ve Yapı Kredi Bankası Yayınları bu alanda otoritedir. Şu günlerde İş Bankası’nın mağazalarındaki yüzde 25 indirimden de faydalanarak elimde olmayan neredeyse tüm dönem günlüklerini topladım. Her birini de bir çırpıda okuyorum. Hemen yeri gelmişken Hüseyin Fehmi Genişol’un “Çanakkale’den Bağdat’a Esaretten Kurtuluş Savaşı’na / Cephe’de Sekiz Yıl Seki Ay (1914-1923)” isimli kitabını sizinle paylaşmak istedim. Kitabın yazarı Hüseyin Fehmi aynı zamanda günlüğün de sahibi. Adapazarlı. Kendisi hiç okula gitmemiş ama okuma yazmayı kendi başına öğreniyor. Seferberlikte, yazısı da güzel olduğu için telgrafçı olarak askere alınıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşüp Hindistan’da kamplarda kaldıktan sonra memleketine dönüyor. Ancak Kurtuluş Savaşı başladığı için 12 Ocak 1921’de yeniden askere alınıyor. Birliği Batı Cephesi’ne katılmak için Ankara’ya doğru gelirken Büyük Taarruz’a kadar yedi aya yakın fırıncı ve yazıcı olarak Beypazarı Menzil Kumandanlığı, bu kumandanlık lağvedildikten sonra da yine aynı yerdeki Nokta Kumandanlığı’nda er olarak görev yapıyor. Şimdi gelin, 98 yıl önceki Beypazarı’nı ondan dinleyelim: “19 Eylül 1921… Ankara Caddesi’nden Beypazarı’na girdik. Yol üzerindeki kalabalık çarşı ve haneler arasından geçtik. Ufak çarşısının öbür başının iki tarafında bulunan yüksek binalı mahalleler caddesinden geçtik. Bu sırada gözümüze çarpan, ahşap minarelerin cami binasına birtakım çarmıklarla bağlanmış olduğunu görüp hayretle sebebini sorduk. Şehrin garipliklerinden olduğu için şunu da ilave ederim ki abdesthaneleri tersineydi. Kadınları ve kızlarıysa Cenab-ı Hakk’ın bütün kullarına kendi lütfundan bahşetmiş olduğu iki gözün birini inkâr edenlerdendiler. Çünkü namahreme hürmet için her taraflarını gizliyorlardı. Gözler, bastığı yeri görmesi amacıyla namahremden istisna edilmiştir. Fakat onun da birini kapatıyorlardı. Ayaklarında bir şalvar, başlarında bir hamam peştamalı vardı ve elleri açık vaziyetteydi. Beypazarı Ahz-ı asker Şubesi’ne dahil olduk. Şubenin hasırla çevrilmiş bahçesine girdik ve sayıldık. 622 kişiden 58’i yolda kaçtığı için 564 kişi kalmıştık. 21 Eylül 1921. (…) şehir dağlarla çevriliydi ve ortasından akan sular, şehrin lağımlarını vesaireyi temizliyordu. Kenarından akan ufak derenin boyunda bir saatlik mesafede bahçeler ve bağ evleri vardı. Şehir son derece sıcak olduğundan halkın büyük kısmı pazar günlerini bütün aileyle beraber bağlarda geçiriyorlarmış. Şehir çeşitli sırtların ortasında bulunduğu için birkaç sene evvel en büyük mahalle yanmış olmasına rağmen zararsız bir manzara oluşturuyordu.” Devam edecek…

Editör: TE Bilisim