Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun olan,  yılın iş kadını, yılın genç iş kadını, yılın milletvekili, yılın siyasetçisi ödüllerinin de sahibi olan ve 2011 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nden Ankara milletvekili seçilen ve şuan milletvekilliği görevini bağımsız olarak yürüten Aylin Nazlıaka, kadına yönelik şidddetin yüzde 1400 artığı bir dönemde, Güçlü Anadolu Gazetesi’nin sorularını yanıtladı. Yerel basının, gerçek anlamda yaşanılan kentin sesi olduğunu belirten Nazlıaka, sorularımızı şu şekilde yanıtladı: Kürsüye kendinizi kelepçeleme eyleminizin temel nedeni neydi, sizce bu eyleminiz başarılı oldu mu? Öncelikle bu eylemden önceki sürece bakmak gerekir, Türkiye için çok tarihsel bir süreç yaşıyoruz. Bu sadece bir anayasa değişikliği değil, rejim değişikliği anlamına gelen bir süreç. Mecliste bizlerin, muhalif milletvekillerinin konuşma hakları da  gasp edilerek maddeler vızır vızır oylanıyordu. Ben de bu noktada ne yapabilirim diye düşündüm. Cumhuriyetimizin altına dinamit koyacak olan bu rejim değişikliğine dur diyebilmek adına kendimi meclis kürsüsünün mikrofonuna kelepçeleyerek MHP vekillerine seslendim. Burada amacım oylamada 330’un altına inebilmekti. Yani referanduma gidilmesini engellemekti. Bu açıdan bakılacak olursa belki amacıma ulaşamamış olabilirim ama ilk oylamada 8 kabul oyu bu eylem sonrasında hayıra dönüştü ve ikinci turun en düşük kabul oyu gerçekleşti. Bu bağlamda bir başarıdır. Bunun yanı sıra bu eylemin farklı etkileri de oldu. Böylesine kritik bir yasal değişiklik yapılırken ana akım medya buna pek fazla yer vermiyordu. Örneğin cumhurbaşkanının muhtarlara hitabı 18 ulusal kanalda canlı olarak yayınlanırken meclis görüşmeleri sanki yokmuşçasına gündemde yer almıyordu. Bu açıdan benim eylemim hem yurt içinde hem de yurt dışında bu rejim değişikliğine dikkat çekmek adına önemli bir etki uyandırdı. Bu eylemden sonra hem Tükiye, hem tüm dünya bu rejim değişikliğini konuşmaya başladı. Bunun yanı sıra, bu eylem sonrasındaki verilen tepki de ayrıca meclisin içinde bulunduğu sürece ayna tutmuş oldu. Benim yaptığım eylem demokratik bir protestoydu, meşru bir haktı. Buna rağmen  adeta yangından mal kaçırırcasına anayasa değişikliği yapmak isteyen iktidar vekilleri çok şiddetli bir tepki gösterdiler  ve tahammülsüzlükleri bir kez daha kamuoyunun dikkatine sunulmuş oldu. Elbette meclis ortamı içerisinde böyle vahşi görüntüler, düşmanca davranışların olmasını istemezdim. Ancak bu yaklaşım aynı zamanda nasıl bir telaş içine olduklarının, nasıl apar topar bu rejim değişikliğini yapmak için kendilerini teslim ettiklerinin de bir göstergesiydi. Çünkü bu şiddet bir erkek komutuyla kadınlar tarafından kadınlara uygulandı. Kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 arttığı bir dönemde, bir kadın tarafından şiddete maruz kalmanızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Mecliste daha öncesinde erkeğin erkeğe şiddet uyguladığı sahnelere tanıklık etmiştik ancak ilk kez kadının kadına şiddet uyguladığını gördük, bu açıdan utanç duydum. Tüm kadınlar açısından utanç duydum. Bunun özellikle erkek tarafından verilen bir komutla gerçekleşmiş olması da ayrıca esef vericidir, utanç konusudur. Hiç şüphesiz Türkiye Büyük Millet Meclisi topluma ayna tutmak zorundadır. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki vekiller bir model oluşturmak zorundadır. İşte bu nedenle konuşmalarımızdan, giyim kuşamımızdan, yaptıklarımıza, davranışlarımıza kadar, her yönüyle örnek oluşturma sorumluluğunu da taşıyan kişileriz. Bizim oradaki her sözümüzün toplumda daha derin bir karşılığı var. Her davranışımızın çok daha etkili bir sosyolojik çıktısı var. Onun için bir yandan kadına yönelik şiddeti eleştirip bir yandan orada kadınların kadınlara şiddet uyguladığı bir sahnenin oluşmuş olması, elbette çok kötü bir örnek oluşturdu Türkiye açısından. Bu nedenle ben arzu ederdim ki, oradaki kadınlar bir kadın dayanışması sergilesin, Cumhuriyeti yok edecek olan bu anayasa değişikliğine hep birlikte dur desin. Çünkü cumhuriyetten önce kadınlar zaten yoktular, nüfus sayımında dahi sayılmıyorlardı, seçilme haklarını bırakın seçme hakları dahi yoktu. Hiçbir şekilde oylamalarda yer dahi alamıyorlardı. Bunun için kendilerini yok sayacak olan kendi varlıklarını sıfırlayacak olan bu direnişin karşısında bir kadın direnişiyle, bir kadın dayanışmasıyla dur diyebilirdik. Bugün gördüğümüz sahneler, aslında bir kez daha şunu gösterdi: Kadın olmak sadece biyolojik bir tanımlama değildir. Kadınlık hali aynı zamanda bir duruştur. Oradaki kişileri ben, kadın kılığına bürünmüşler diye tarifliyorum. Hal ve davranışları adeta “erkek gibi kadın” lafını bir iltifat olarak kabul eden tarzın izdüşümüdür. Oysa ki önemli olan “erkek gibi kadın” olmak değil, “kadın gibi kadın” olabilmektir. Kadın duruşuyla memleket meselelerine sahip çıkabilmektir. Kadın haklarını, çocuk haklarını savunabilmektir. Ancak bazı kişilerin siyasi kariyerlerini “ben senin saçını başını yolarım” davranışı üzerinden inşa ettiğini görüyoruz. Bu kişiler topluma ne model oluşturabilir ne de bu kişilerin meclisteki varlığına izin verilmesi gerekir. Ben bu kişiler ile ilgili olarak suç duyurusunda bulundum. Şiddet uygulayan kadın vekiller ile ilgili. Öyle umut ediyoruz ki yargı üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü doğrultusunda kararını verecek ve bu kişilere de hak ettikleri cezayı uygulayacaktır. Bundan sonraki süreci yargıya teslim ettik. Sizin şiddet görmeniz ana akım medyada fazla yer almadı, hatta ana akım medyanın bazı yazarları sosyal medyadan cinsiyetçi paylaşımlarda bile bulundu. Medyanın kadına yönelik bu cinsiyetçi yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz, yargı yoluna başvurdunuz mu? Bu kişi hakkında da yargıya başvurdum. Ben bu olayı kişilerin bastırılmış bir takım duygularının, bastırılmış sapkınlıklarının yüzeye çıkması olarak tanımlıyorum. Öncelikle “gidip tedavi olsunlar” diyorum. Çünkü orada kürsüye kendimi sabitleyebilmek için ya bir zincir kullanacaktım ya da kelepçe. Kelepçe daha garantili geldiği için tercihimi o yönde yaptım. Bana göre kelepçe tutsaklığı, teslimiyetçiliği sembolize ediyor. İçinde bulunduğumuz dönemde bunca gazeteci, bunca akademisyen, bunca öğrenci sırf düşünceleri nedeniyle tutsakken benim kendimi kürsüye kelepçelemem onlara dair de bir mesaj olur diye düşündüm. Ayrıca o kelepçe benim cumhuriyet ile olan bağımı temsil ediyor diye düşündüm; o kelepçe bu rejim değişikliği gerçekleşirse, meclisin yok sayılması yani meclisin kapısına bir zincir vurulmasını da temsil ediyor diye düşündüm. Bu kelepçe kısaca, Türkiye’de tüm sınırlanan özgürlüklerin sembolik bir örneği olur, bir metafor olur diye düşündüm. Bu anlamada benim eylemim hem simgesel olarak hem o gün görüşmelerin beş buçuk saat uzaması, kabul oylarının düşmesi, ertesi gün MHP eski Ülkü Ocaklarının “biz hayır diyeceğiz” diye açıklama yapmasında, umuyorum ki tetikleyici etkisinin olması açısından zaten amacına ulaşmıştır. Bu eyleme kendince farklı kılıf bulmak isteyenleri kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.   Referandumdan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Referandumdan “evet” ya da “hayır” çıkarsa kadın politikası hangi yönde değişecek? Referandumdan hayır çıkması gerekiyor. Ben “hayır” çıkacağına yürekten inanıyor, bu yönde de çalışmalarımı sürdürüyorum. Ve sahada yaptığım görüşmelerden de AKP seçmeni de dahil olmak üzere önemli bir hayırcı kesim olduğunu, yarıdan fazlasının hayırcı olduğunu sahada yaptığım çalışmalarım neticesinde çok net görebiliyorum, hissedebiliyorum. Halk ile yaptığımız konuşmalarda bunu açıkça ifade edebiliyorlar. Kaldı ki hayırcıların üzerinde böylesine yoğun bir baskı varken evet kampanyasını yürüten bir takım medyatik kişilere de ciddi bir tepki olduğunu görüyorum. O yüzden ben, kesinlikle referandumdan hayır çıkacağını umuyorum, bunun özellikle altını çizerek söylemek isterim. “Kadınlar açısından ne olacak” derseniz, bu anaysada kadın yok, bu anayasada millet yok, bu anayasada milletin vekili de yok. Bu anayasada bakanlar da yok, bu anayasada hükümet yok. Bu anayasa tek bir kişiden oluşuyor o da cumhurbaşkanı. Organizasyon şeması çizecek olsak, her kutucuğa cumhurbaşkanın fotoğrafını oturtarak tanımlayabiliriz bu anayasayı. İşte böyle bir noktada, böylesine bir rejim değişikliği Türkiye’yi, 140 yıllık parlamenter meclis geleneğimizin de gerilerine çekecektir ve hiç şüphesiz toplumsal cinsiyet eşitliği açısından eşitsizliğin tavan yapacağı bir döneme evrilecektir. Tıpkı daha öncesinde, 140 – 150 yıl öncesinde, olduğu gibi kadınların kamusal alanları içerisinde eşit bir birey olarak yer almadıkları, sadece eve hapsedildikleri, adeta geleneksel rollerle tanımlı oldukları bir süreç yaratacaktır. AKP, kadını olabildiğince eğitim hayatından, iş hayatından, kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışıyor ve bunu yaparken adına “pozitif ayrımcılık” dediği politikalar uyguluyor. Örneğin pembe otobüsler yaparak kadınları ayrı otobüslere bindiriyor ama bu bir yandan da kadın-erkek, toplumda bir arada yaşama alışkanlıklarımızın ortadan kaldırılması için amaçlanıyor. Kadın asansörleri, kadın otelleri, kadın plajları gibi uygulamaları teşvik ederek kadının toplumun belli alanlarında var olmasını engellemeye çalışıyor. Biz, tabiki bunu kabul etmiyoruz ve kadınlar olarak cumhuriyete en fazla sahip çıkanlarız. Çünkü biliyoruz ki laikliğin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı bir yerde kadının nefes alması mümkün değildir. Kadınlar diğer ülkelerde hak mücadelesi verirken, Türkiye’de yaşam mücadelesi veriyorlar. Nefes kadar ihtiyaç duyduğumuz demokrasi için, özgürlüklerimiz için mücadele ediyoruz. Ama burada da özellikle de hayır diyen kadınların birleşmiş olduğu platform gerçekten de çok etkin. Her kesimden hayır diyen kadınlar eminim ki bir yerde ortaklaşacak ve olayı partiler üstü götürerek, bu referandumdan hayır sonucu çıkmasında en etkili olan kesim olacak. Kadınlar mücadele etmeyi, direnmeyi, inandıkları uğruna savaşmayı Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana tecrübe ediyor. Ülkemizde, Kurtuluş Savaşı mücadelesi verenlerin torunları, kızları olarak aynı yaklaşımla ülkemizin kurtuluşu için, bölünmez bütünlüğü için,  ülkemizin sahip olduğu değerleri-ilkeleri için, cumhuriyet için elbette bu savaşı vereceğiz ve mutlaka kazanacağız. Buna yürekten inanıyorum. Anayasa görüşmeleri meclise gelmeden önce boşanma ve taciz yasası gibi konular konuşuluyordu. Ne oldu da bu konular birden arka plana itildi? Sizce bu konular tekrardan gündeme gelecek mi? Bizim bu rejim değişikliği ile ilgili en temel eleştirimiz getirilmek istenen anayasanın içeriğine dönük. İkinci eleştirimiz ise bunun yersizliği ve zamansızlığıdır. Çünkü bu rejim değişikliği şu anda Türkiye’nin hiç bir sorununa bir çözüm yaratmayacağı gibi sorunlarımızı kat be kat arttıracaktır. Baktığımızda dünyada tüm sorunların çözümün arkasında tek bir unsur vardır: O da demokrasidir. Bu rejim değişikliği, bizim terör sorunumuzu mu çözecek? -Hayır. Her gün gömdüğümüz gencecik evlatlarımızın ölmesini mi engelleyecek? -Hayır. Ekonomik sorunlarımızı mı çözecek? -Hayır. İşsizlik yolsuzluk, yoksulluk sorunlarımızı mı çözecek? -Hayır. Toplumsal sorunları aile içi şiddeti, geçimsizlikleri, kadına ve çocuğa yönelik cinsel istismar taciz ve tecavüzvakalarını mı azaltacak? -Hayır. Onun için hepimiz yüksek sesle “hayır” demeye devam ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu sorunların asıl çözümü ancak ve ancak daha demokratik bir Türkiye ile tesis edilebilir. Biz laik demokratik, aydınlık, çağdaş, kadın erkek eşitliğinin olduğu bir Türkiye’nin yeniden inşası için elimizden gelen her şeyi yapmaya devam edeceğiz. Buna inanan bu uğurda bizimle mücadele etmek isteyen herkesi bu mücadelenin içine, ortak olmaya davet ediyoruz. Aylin Nazlı Aka’nın zihnindeki kadın temsilini birkaç cümle ile açıklar mısınız? Milletvekili olarak, “kadın vekil, erkek vekil” gibi bir tanımlama yapmam. Milletvekili dediğimizde yurtsever, ülkesinin çıkarları için mücadele eden, bu yönde memleketinin sorunlarını tespit eden, çözüm önerilerini sunan, halkla yakın temas içinde olan ve mecliste de halkın sesi olmaya çalışan yurtsever insanları tanımlarım. Kadın tarifini soracak olursanız eğer:  “mücadelecilik” vardır, “devrimcilik” vardır, “dayanışma” vardır, her şeyden önemlisi “umut” vardır. Umudun olmadığı yerde başarıya ulaşmak mümkün değildir. Kadınlar her yeni güne, içlerindeki umut tohumlarını yeşerterek başlarlar. Bana göre kadın demek, her şeyden önce “umut” demektir, umudun sesi demektir.. Melih Gökçek ile aranızdaki tartışmalarda kadın kimliğinizin bir etkisi var mı? Benim Ankara’nın sorunlarını dile getirirken tek amacım bu sorunların çözülmesi. Hedefimdeki konu, Ankara’nın sorunları ve bunların çözümü. Melih Gökçek’in hedefinde ise “Aylin Nazlıaka” var. Melih Gökçek, “Aylin Nazlıaka”ya ayırdığı zamanı ve zihni, Ankara’nın sorunlarını çözmek için ayırsaydı, eminim ki, bugün çok daha yaşanabilir bir kentte nefes alıyor olurduk. Yerel gazetecilik hakkında bir soru önergesi verdim dediniz, bu fikir nasıl doğdu? Soru önergenize herhangi bir cevap verildi mi? İçinde bulunduğumuz dönemde basının da çok ciddi bir oto sansür iklimi içerinde olduğunu görüyoruz. “Gazetecilerin kalemi tutulmaz” denir. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde gazeteciler dört maymunu oynasın istiyorlar. Görmesin, duymasın, konuşmasın ve yazmasın isteniliyor. Biz de buna yönelik itirazımızı daha yüksek sesle ifade etmek, hem özgür basının haklarını savunabilmek hem de yerel basının sesi olabilmek adına meclis çalışması yaptık. Yerel basının gerçek anlamda, yaşanılan kentteki sorunların sesi olabildiğine inanıyorum. O kentteki “nabzı tutabilenler” olduğuna inanıyorum. O yüzden de yerel basına ayrıca destek olunması gerektiği kanaatindeyim. Ulusal basın çok daha rekabet üstünlüğü içerisinde varlığını sürdürürken, yerel basının eşitsiz koşullar içerisinde kendini zorlukla ayakta tutabildiğini gözlemliyorum. Bu nedenle bir meclis çalışması yaptım, yerel medyanın -sadece basın değil, televizyon da var içerisinde- desteklenmesi adına bir önerge verdim. Bu önerge şuan değerlendirmede önümüzdeki günlerde ne olacağını göreceğiz. (Kadir GÜRHAN / Zeynep NAMLI)        

Editör: TE Bilisim