Sabahleyin hareketle Nallıhan’a geldik. Nallıhan çıplak, taşlı dağlar arasında harabe halinde bir kasaba. Kasaba ve çevresinin nüfusunun ekserisi Ermeni imiş. 1915 senesindeki tehcirde burada Ermeniler de sürülmüş. Nasılsa kurtulan bin kadar erkek ve kadın nüfus mevcut. Ermeni evleri biraz gösterişli. Kasabanın Ermenilere ait bir kısım emlaki İslamlar tarafından ateşe verilmiş. Mütarekeden sonra Ferit Paşa Hükümeti zamanında tayin edilen Ermeni Kaymakam zamanında da İslamların emlaki yakılmış. Bu karşılıklı düşmanlıklardan her iki taraf da zarar görmüş.” Bu cümleler, 1921 yılında Trabzon’dan Batı Cephesi’ne katılmak için uzun yol kateden 3. Kafkas Tümeni doktorlarından Yüzbaşı Mehmet Fuat Bey’e ait. (Bkz., Kızılca Kıyamet - Teşkilat-ı Mahsusa’dan Kurtuluş Savaşı’na Alb. Ali Rıza Bey ve Yzb. Fuat Bey’in Günlükleri) Evet, bu topraklar hep büyük büyük acılar çekti. O günlerde de Osmanlıyı parçalamak isteyen emperyalistler, tırnaklarını bu topraklara geçirdi, akan kandan beslendi. Eziyet çeken ise yine bu toprakların bin yıllarca kardeşçe yaşamış mazlum halkı oldu. Bugün size, o günlerin acılarını birebir anlatan ve Kopernik Kitap tarafından bu yıl yayımlanan “1915 Olaylarının İç Yüzü” isimli kitaptan söz edeceğim. Orijinal adı Men Are Like That olan bu çalışma, ziraat uzmanı bilim insanı, Amerikalı Prof. Dr. Leonard Ramsden Hartill’in kaleme aldığı, bir Ermeni subayının savaş dönemi hatıralarından oluşuyor. İlk olarak 1928 yılında yayımlanan kitapta, Ermenilerle Türkler arasındaki çoğu çatışmaya katılmış ve hatta bazılarını bizzat yönetmiş, Rus işgaline karşı amansız mücadele etmiş, Bolşevikler tarafından çeşitli eziyetlere maruz kalmış Ohannes Apresyan isimli bir Ermeni subay, 19. yüzyılın sonlarından 1921’e kadar geçen süreçte şahit olduğu kanlı ve vahşi olayları birinci ağızdan okura anlatıyor. Bir hatırat olması bakımından öznel bir anlatı tarzı olan bu çalışma, Ermeni subay Ohannes Apresyan’ın zaman zaman özeleştiri ve empati yaptığı bölümlerle tarih araştırmacılarına, Birinci Dünya Savaşı ve 1905-1920 arası dönemde yaşanan acılara başka bir zaviyeden bakma şansı veriyor. Çocukluğunu Azerbaycan’da Türklerle geçiren Apresyan, duyduğu sempatiden midir bilinmez, yer yer Türk dostlarıyla olan diyaloglarına da yer vererek hem Türk hem de Ermeni tarafında çatışmaların ne denli akıl almaz bir faciaya dönüştüğünü, harabeye dönen köylerdeki cesetlerin nasıl kurtlara meze olduğunu nesnel bir tavırla anlatıyor. Bazen Bolşeviklerin bazen de Rusların kışkırtmalarıyla aynı köyde huzur içinde yaşayan insanların nasıl birer canavara dönüşebildiğine dikkat çeken Apresyan, hatıralarında dönemin Ermenistan fotoğrafını çekmeyi de ihmal etmiyor. Kitapta olabildiğince tarafsız kalmaya çalışan Apresyan’ın yaşananlardan Türklerin tamamını sorumlu tutmadığı, çatışmalara rağmen Türklerle olan dostluğuna devam ettiği görülüyor. Apresyan’ın hem karşılıklı tehcire hem de yaşanan çatışmaların perde arkasına yönelik verdiği bilgilerde, sistematik bir “soykırım” veya “insanları yok etmeyi hedefleyen kitlesel” bir katliam uygulandığını destekleyecek veya ima edecek tek bir ifade kullanmaması oldukça dikkat çekici. Kitabın çevirmeni Abdülkadir Özkan’ın Ön Söz’de de belirttiği gibi, “Ermeni subayının yüz sene öncesine ilişkin yaşanmışlıkları, insanın belki doğası gereği belki de oluşan şartların zorlamasıyla, ihtirasları uğruna daha fazlasını ararken sahip olduklarını kaybedişinin acıklı hikâyesi aynı zamanda.”
Editör: TE Bilisim