Bazılarına şöyle bir bakıyorum da henüz 18'inde içinde yaşama dair hiçbir istek yok. Diğer taraftan 60 yaşlarındaki birine bakıyorum ruhu hala çocuk.. Hala çalışıyor hala kendi ayakları üstünde durmanın peşinde. Milenyum çağı diyorduk ya hani milanyum çağının vebali sanırım tükenmişlik, bitkinlik, üşengeçlik..Şimdi ne gençler, bir bardak su getirmeye bile üşenir halde.. Sanırım insanın gerçek yaşı ruhunun en derinliklerinde saklı.. Olduğun yaş değil hissettiğin yaş önemli. Pastandaki mum sayısı arttıkça içindeki çocuk da o denli büyüyor galiba.. Diyelim ki nüfus cüzdanınız yok, kendinizi kaç yaşında hissederdiniz? Buna verilecek cevabınız ne olurdu? Hiç düşündünüz mü? Aslına bakılırsa hissettiğin ve olduğun yaş arasındaki temel ayrım hayat boyunca sana yüklenen roller ve senin bu rolleri nasıl taşıdığındır. 70 yaşındaki bir amca hala dimdik çalışıp ekmeğini taştan çıkarabiliyorsa bunun adı yaşama enerjisinden ziyade hayata karşı görev bildiği sorumluluğudur. Aynı bu öyküde ki gibi.. ''Vaktiyle her türlü maddi imkana sahip olmasına rağmen can sıkıntısı duyan, hayatın yaşanmaya değmez oluğundan dem vuran bir prens vardı.kardeşleri,arkadaşları çalışır, gezer,ava gider ,sohbetlere katılır,kitap okurken; bu prens bütün gün odasına kapanır, sürekli düşünürdü. Kral,oğlunun bu haline çok üzülürdü. Bir gün ülkesinin en bilgin kişisini sarayına çağırtıp ona oğlunun durumunu anlattı ve buna bir çözüm bulmasını istedi. Bunun için bilgine bir hafta süre verdi.Yaşlı bilgin üç dört gün düşünüp taşındı,aklına hiçbir çözüm gelmedi. Bu yüzden biraz korktu. Biraz da mahcubiyet duyarak ülkeyi terk etmeye karar verdi. Üzgün ve dalgın bir şekilde ülkeyi terk ederken, bir köyün yakınlarında koyunlarını ve keçilerini otlatan genç bir çobanla ahbaplık etti. Bilginin kendisine gösterdiği yakınlıktan cesaret alan küçük çoban yaşlı dostuna : “Amca şu hayvanlarıma biraz göz kulak oluver de ben şu görünen köyden azık alıp geleyim. Bugün yanıma azık almayı unutmuşumda dedi” Teklifi kabul eden bilgin kafası kralın talebiyle meşgul bir halde hayvanlara göz kulak olurken bir keçi yavrusu kenarında otlamakta olduğu uçurumdan aşağı yuvarlanıverdi. Bilginin aşağı inip onu kurtarmadıkça keçinin kendi kendine kurtulması mümkün değildi. Bilgin küçük çobana verdiği sözü doğru düzgün tutabilmek için keçi yavrusunu kurtarmaya karar verdi. Dikkatli bir biçimde uçurumun dibine indi önce yavruyu sırtına bağladı sonrada tırmanmaya başladı. Birkaç tırmanma başarısız oldu ancak bilgin yılmadı ve birkaç başarısız tırmanmanın ardından keçiyi zorda olsa yukarıya çıkarmayı başardı. Bu arada küçük dostuna verdiği sözü tutabilme sevincini yaşarken kralın talebini unuttu. Yukarı çıkıp bu durumun farkına vardığında aklında şimşekler çaktı şöyle düşündü. “Bir kimse bir işle ciddi ciddi meşgul olursa o kimsede can sıkıntısından eser kalmaz.” Bunun üzerine bilgin hemen ülkeye geri döndü ve kralın huzuruna çıkarak çözümü sundu. “Saygıdeğer kralım oğlunuzun can sıkıntısından kurtulmasını istiyorsanız ona bir sorumluluk yükleyin oğlunuza yükleyeceğiniz sorumluluk ne kadar ciddi olursa onun yaşama sevinci ve mücadele azmi o kadar fazla olacaktır.