Barış Pınarı Harekâtı birinci ayını doldurmak üzere. Harekâtla ilgili bugüne kadar birçok yorum yapıldı. Ancak harekâtı değerlendirirken gözden kaçan bir unsur daha vardı. Çünkü Türkiye, savunma doktrinini değiştiriyordu. Şimdi biraz geriye gidelim. Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikası NATO’ya angaje bir strateji içerisindeydi. Aksini iddia etmek ve şapkadan tavşan çıkarmaya çabalamak yersiz. Hatta diyebiliriz ki sınır güvenliğini ve ordunun ihtiyaçlarını da NATO’ya göre belirlerdi. İttifakın en büyük ikinci ordusuna sahip Türkiye, özü itibarıyla bir kara ordusuydu ve anavatana yönelik tehditleri sınırlarından itibaren karşılama konseptine göre organize edilmişti. Zira Sovyet tehdidinin NATO’nun güney kanadında bertaraf edilmesi ittifak için hayati önemdeydi. Senaryoya göre, Kızılordu’nun Türkiye’yi işgal etmesi durumunda, savunma hattının Erzurum’dan Toroslara kadar çekilmesi planlanıyordu. Barış Pınarı Harekâtı üzerine yorumlarına başvurduğum Strateji Uzmanı Özer Çetinkaya da buna katılıyor. Çetinkaya, “Bunun tek istisnası 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı oldu” diyor. Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından ilk kez jeopolitik risklerin dayattığı zorunluluklar nedeniyle milli savunma sistemlerine yönelmek durumunda kaldı. Çünkü Türkiye, ihtiyaçlarının tamamına yakınını müttefiklerinden sağlıyordu ve NATO’nun en büyük müttefiki ABD’nin uyguladığı silah ambargosu, Türk ordusunu caydırıcılık noktasında zorlayabilirdi. Özer Çetinkaya’nın tespitlerini dinlemeye devam edelim: 1980’li yılların ikinci yarısıyla birlikte ağırlaşan terörle mücadele ve artan iç güvenlik harekâtları, Türkiye’nin savunma konseptini kendi sınırlarına hapsetme sonucunu doğurdu. Ordunun ihtiyaçlarıyla bağlantılı olarak, savunma bütçesinin kahır ekseriyeti buna göre şekillendi. 1990’lı yıllarla birlikte Sovyet tehdidi ortadan kalkmış, “Türkiye’nin NATO açısından jeopolitik önemi” Batılılar tarafından sorgulanmaya başlanmıştı. Hatta Türkiye’nin Batılı müttefiklerinden aldığı silah sistemlerini, iç güvenlik harekâtlarında kullanmasına sınırlamalar getiriliyordu. Birinci Körfez Harekâtı ile birlikte terör örgütünün otorite boşluğu altındaki Irak’ın kuzeyinde yuvalanması Ankara’yı ulusal güvenlik konusunda bir karar almaya zorladı. Türkiye bu aşamada stratejik bir kararla terörle mücadelesini, bir tür önleyici vuruşla, sınır ötesine taşıdı. 21 Mart 1995 tarihinde Irak’ın kuzeyinde icra edilen Çelik Harekâtı, Türkiye’nin ulusal savunmasını sınırları dışından başlatma kararlılığının ilk adımı olarak görülebilir. Bu stratejik dönüşüm bugünlere kadar artarak devam eden bir konsept halini aldı. Ulusal güvenlik tehditlerinin sınırlara ulaşmadan bertaraf edilebilmesi; kuvvet unsurlarının, silah sistemlerinin, diplomasi, ekonomi ve moral gücün eşgüdüm içerisinde ortak hedefe yöneltilmesiyle sağlanabilir. Bu kapsamda terör, asimetrik tehditler ve jeopolitik fay hatları nedeniyle Türkiye’nin savunmasını sınırları dışında başlatma gereksinimi, bütünlüklü bir yeniden yapılanma ve organizasyon ihtiyacını doğurdu. Türkiye’nin Soğuk Savaş ve ardılı 10 yıl boyunca devam eden ara dönemde yaşadığı olumsuz tecrübeler ile değişen güvenlik konsepti, savunma sanayiinde millileşmeyi bir zorunluluk olarak dayattı. Zira küresel terör bölgesel güvensizliği körüklemiş, TSK’nın ihtiyaçları da bu duruma göre çeşitlenmişti. Bu ihtiyaçların milli imkânlarla karşılanması insan kaynağının yanı sıra uzun vadeli yatırımlar, teknoloji transferi, bilimsel çalışmalar ve kamu-özel sektör ortaklığı gerektiriyordu. Oysa Türkiye’nin 80’li yıllarla başlayan karma ekonomiden liberal ekonomik modele geçiş denemeleri 90’lı yılların ortasından 2000’lerin başına kadar sürecek krizleri beraberinde getirdi. Ekonomik kriz, ulusal güvenliği ilgilendiren büyük kamusal yatırımları kâr önceliğiyle örgütlenmiş şirketlerle birlikte yürütmenin zorluklarını ortaya çıkardı. İşte, Afrin, Zeytin Dalı gibi Barış Pınarı Harekâtı da Türkiye’nin yeni konseptini yani tehdidi sınırlarının ötesinde karşılamaya en iyi örneği temsil ediyor. Tabii bu anlattıklarımız kara sınırları için. Bir de deniz sınırları var. Onu da bir sonraki yazımızda irdeleyeceğiz.