Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınmasını öneren kararı 13 Mart’ta, Strasbourg’daki genel kurul oturumunda kabul edildi. Karara gerekçe olarak, Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki “gerileme” ve son anayasa değişikliğinin mevcut hali ile yürürlüğe girmiş olması gösterildi. Karar, AP’nin 2014-2019 yasama döneminin son Türkiye kararı olma özelliğine sahip. 26 Mayıs’ta yapılacak AP seçimleri sonrası oluşacak yeni parlamentonun, Türkiye ile ilişkilerine de zemin oluşturacak. Türkiye-AB ilişkileri denildiği zaman hemen herkesin ilk yorumu: Yılan hikâyesi olacaktır. Ben durumu şehvetli bir aşka da benzetiyorum. Kimi zaman sarmaş dolaş, kimi zaman kavga gürültülü ama en nihayetinden birbirinden kopamayan iki sevgili gibi. Türkiye’nin Batılılaşma diğer bir ifadeyle “modernleşme” tarihini aslında bir tercih değil, zorunluluktu. Tanzimat Fermanı ve daha sonra ilan edilen Islahat Fermanı, modernleşme adına yapılan ilk hamlelerdi. Osmanlı devlet adamları Batılılaşmaya çalışırken esasında ulusal bir kimlik inşa etme uğraşı içerisindeydi. Aynı zamanda da elden kayıp giden devletin muhafazası için çabalanıyordu. Bu coğrafyanın beka sorunu ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Batılılaşma yolculuğu bu nedenle hâlâ bitmedi. Bugünlerde, 2018 yılında Yeniyüzyıl Yayınları arasından çıkan Prof. Dr. Uğur Özgöker ve Öğretim Görevlisi Güney Ferhat Batı’nın “Batı Uygarlığının Gelişimi ve Türkiye-AB İlişkileri” kitabını okumaya başladım. Kendimi şanslı hissediyorum çünkü sağ olsun Güney Ferhat Batı Hocamızın adıma imzaladığı kitap, Türkiye-AB ilişkilerinde kaynak olarak başvuracağım eserler arasında olduğu için kütüphanemde en iyi yerde duruyor. Bu kitap, 55 yıldır AB kapısında bekleyen Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini inceliyor. Tabii şunu belirtelim, enteresan tespitlerle okura farklı bir perspektif sunuyor. İşte bu açıdan çok önemli çünkü çoğu uzmanın dillendirmekten uzak olduğu bu ilişki, AB’nin ikircikli tavrı nedeniyle hiçbir zaman samimi bir denklemde gerçekleşmedi. 1959’da Menderes hükümeti döneminde Avrupa Topluluğu’na (AT) başvuru yapan ve 1963 yılında Ankara antlaşması ile başlayan sürecin hakkaniyet testinden geçmediği herkesçe malum. Aradan geçen sürede durum, tespitin aslında ne kadar yerinde olduğunu da gösteriyor. İşte, Prof. Dr. Uğur Özgöker ve Öğretim Görevlisi Güney Ferhat Batı, “Batı Uygarlığının Gelişimi ve Türkiye-AB İlişkileri” kitabında, Türkiye’nin AB yolculuğunu objektif bir şekilde değerlendiriyorlar. Kitabın sayfalarında ilerlerken AB’nin genişleme sürecinin aslında Batı Balkan ülkelerini hedeflediğine tanık oluyorsunuz. Süreci; siyasi, askeri ve ekonomik bağlamda reel, analitik ve rasyonel bir şekilde yorumlayan iki akademisyenin ortak görüşü ise hem oldukça anlaşılır hem de duyulmaması için çabalarken gerçeğin bir anda yüze vurulması gibi: “Uluslararası konjonktürde büyük bir değişiklik olmaz ve AB doğrudan ve güneyden büyük bir askeri güç tehdidiyle karşılaşmazsa Türkiye hiçbir zaman AB’ye tam üye olamayacak. Bu durumda Türkiye-AB ilişkisinin ‘Derinleştirilmiş Gümrük Birliği’ ve ‘İmtiyazlı Ortaklık’ şeklinde gerçekleşmesinden başka bir ihtimal bulunmuyor.” Kitabı, bu konuda uzmanlaşmak isteyen araştırmacılara öneririm demeyeceğim. Çünkü bu kitabı herkes okumalı, bilgilenmeli ve halının altına süpürdüğümüz gerçekleri net olarak görmeli…  

Editör: TE Bilisim