Sestanbul, dublaj sanatçısı, yönetmen ve oyuncu Cemal Erdoğan tarafından kurulmuş profesyonel bir dublaj stüdyosu. Kadıköy, Moda'da bulunan Sestanbul, aynı zamanda dublaj, çocuk dublajı, diksiyon, etkili söz söyleme, oyunculuk, sanat tarihi gibi atölye çalışmaları gerçekleştirmekte. İstanbul’da adını duyuran Sestanbul artık Ankara’da da eğitimlerine devam edecek. Sestanbul’un kurucusu Cemal Erdoğan, yazarlık ve radyo tiyatrosu eğitmeni Behruz Firuzment ile çalışmaları hakkında konuştuk. “İYİ KONUŞMACI, İYİ DUYANDIR” Divriği’de doğup Ankara’da büyüyen, tiyatroya Ankara’da başlayan Sestanbul’un kurucusu Cemal Erdoğan, tesadüfen Devlet Demiryolları’nın açtığı kursiyerlik eğitimini kazanarak sanatla buluşmasını ona bağlıyor.  Kazandığı kursun aracılığıyla diksiyon, tiyatro üzerine eğitimler alan; ama arkasını bırakmadığını ifade eden Erdoğan kazandığı kurstan dublaj yönetmenliğine doğru giden serüveniyle ilgili şunları anlattı: “Kazandığım kurs ile 6 aylık süreçte hocaların açtığı akıl kapısının arkasına geçip o alanların doldurulması gerektiği ve bunu sağlamak için de kişinin okuyarak yapabileceğini anladım. 1999’da ise İstanbul’a giderek Deli Yürek ile başlayan dizi oyunculuğu sürecim başladı. 2000 yılında dublajla tanıştım ve bu bir tesadüfle oldu. Bir dizide polis memurunu oynarken, amirim ‘sesin çok güzel neden seslendirme yapmıyorsun’ deyince dublajla tanıştım. Sonrasında fark ettim ki herkesi telefon dahil sesinden ayrıştırabiliyorum. Meğer ‘absolut kulak’mışım. Ölçü standardının üzerinde duyan bir kulağa sahipmişim yani, zaten beni buralara getiren de ‘iyi duyan kulağım’ oldu. İyi konuşmacı iyi duyandır, duyma zekası da zeka biçimlerinden bir tanesidir. Eğer toplum önünde veya meramınızı anlatma hususunda iyi duymaya sahip değilsek iyi dinleyicilere de kavuşmamız zordur. Bu vesileyle 2002 yılında dublaj yönetmeni oldum. Ve sonrasında 5000 tane film yönettim.” SESTANBUL’UN KURULUŞU Dublajlığı; usta-çırak ilişkisi içinde gelişen, bir okulu olmayan, dünyada sadece Fransa’da okulu olan bir alan olarak tanımlayan Erdoğan Sestanbul’un kuruluşu aşlamasıyla ilgili şöyle konuştu: “Dublaj yaparken bol okumalar yapılıyor, kişi kendisini bilgilerle donatıyor. Fakat 2012 yılında konservatuvar mezunu gençlerimizle tanıştıkça bu alanda ses eğitiminde büyük eksiklikler olduğunu fark ettim. Üstelik o gençler hem üniversite eğitimleri sırasında hem de özelde ses, konuşma, dublaj eğitimi için özel kurslarda yüksek paralar verip eğitimler alıyorlardı. Ve böyle bir kaliteli eğitimi almak için ne yazık ki ülkemizde okul yok. Bu gelişmelerle sonrasında Üsküdar Üniversitesi’nde 7 ay özel dersler verdim. Ders verirken oradaki akademisyenlerle konuşmaya ve tartışmaya başladıkça bir müfredat programı çıkardım. 2014 yılının sonunda Marmara Sanat Akademisi’nde hocalığa başladım, 1 yıl çalıştıktan sonra Kadıköy şubemizi açtık ve kendi işimi yapmaya karar verdim. Kadıköy’deki binamızda 2 tane dublaj stüdyosu yaptık ve bu alanla o yıldan bu yana 401 kişiye eğitim verdik.” İYİ HOCA, İYİ EĞİTİM Erdoğan: “Stüdyolarımızda asıl bizi biz yapan, kalitemizi belirleyen ise ‘hocalık’ kavramıdır. Eğer eğitimci öğrencilerine bilgileri doğru anlatmıyorsa ya da kişi anlatacaklarını zorlanarak anlatıyorsa orada hata var demektir. Eğitimci konusunu anlatırken su gibi akıyorsa bilgilerini özümsemiştir. Çözüm odaklı olması gerekir eğitimcinin. İşte bu noktada da Ankara’da da bunlarla başa çıkacağımıza eminim. İstanbul’da başardık sıra Ankara’da. 4 Hocayla Ankara’da da işimizi dört dörtlük yapacağımıza inanıyorum. Ankara akademimizde şan, dublaj, yaratıcı-yazarlık ve radyo tiyatrosu dersleri verilecek. Hoca ve katılımcı olarak herkesle çalışmadan, herkesi almadan kırmadan, incitmeden algısı açık mı, değil mi, bu işe yatkın mı gibi konularda ince eleyip sık dokuyacağız.” SESTANBUL ANKARA’DA Çok tecrübeli olduklarını ve ehil insanlarla çalıştıklarını belirten Erdoğan: “Ankara insanı doğru söylendiği takdirde ikna olmaya müsait bir yapıya sahip. Oyunculukta ekol olan Eric Morris diyor ki “sizin yetenek sorununuz yok, sizin yeteneği geliştirecek hoca sorununuz var” Sestanbul Ankara’da da yeteneği geliştirecek hocalarımız var, işte bu yüzden bu kadar iddialıyız. Ankara’da tiyatro, sinema, ses, dublaj alanında eksiklik olduğundan; bu anlamdaki yetenekler Ankara’da gün yüzüne çıkamadığından ve Ankara’dan da Sestanbul talebi aldığımızdan Ankaralılarla Ankara’da buluşmaya karar verdik. Bu yüzden Ankara’da henüz çok yeniyiz, ama reklam yapmamış ve Ankara’da çok tanınmıyor olmamıza rağmen muhteşem dönüşler alıyoruz. Bundan dolayı Ankara’dan çok memnunum. Amacımız kâr dönüşünde insan kârı. İnsanı kazanırsak gerisi zaten kolay, bizim için en önemli olanı da bu zaten. O yüzden şuan ki dönüşlerden gayet memnunum. İstanbul’dan Ankara’ya ders vermek için geleceğiz, bizim için yoğun geçecek biraz; ama bunun hiçbir önemi yok. Zaten derslere girdiğimiz zaman yorgunluğumuzu da unutuyoruz. Çünkü biz tiyatro oyuncusu kimlikleriyle yetiştiğimizden sahneye çıktığımızda yorgunluklarımız da bitiyordu. Akademimizde ders verme aşamasında da böyle oluyor.” dedi. “BİLİM ÇAĞINDAYIZ” Radyo tiyatrosu ve yaratıcı yazarlık derslerini verecek olan Behruz Fizurment, bugün bilim çağında yaşıyoruz, insanlarsa artık hayatın her alanında bilime ihtiyaç duyduğundan bilimle buluşmak, bilgiler edinmek istiyorlar, diyerek sözlerine şöyle devam etti: “İnsanlar bilimden, bilgiden uzak kaldıklarında kupkuru kalıyorlar. Bir şey öğrenmediğimiz zaman; sokakta birbirini duymayan, görmeyen, anlamayan insan modeli ortaya çıkıyor. Böyle olunca da insanlar evliliklerini istedikleri gibi yaşayamıyorlar, iyi bir anne-baba olamıyorlar, çocuklarına örnek olamıyorlar, topluma hiçbir katkı sağlayamıyorlar. Bundan bin sene evvel Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’i yazmış ve bence çok önemli bir yapıt. Yapıtın sonunda ‘Biz gerçek ibadeti nasıl bulabiliriz? Gidip bir dağ başında dua ederek mi yoksa insanlara güzellikler yaparak mı? İnsana güzellik yapıldığı zaman hem bu dünya hem de ahiret kazanılır.’ deniliyor. Ben de bu sözün üzerine bu eserin oyununu yazdım. Bunları şunun için söylüyorum: Çok eskilerde çok güzel eserler yazılmış ve bizlere bırakılmış. Ama ne yazık ki bu eserlere sahip çıkılmamış, eserler için kavga edilmemiş.” “BİLGİYLE İNSANI DONATMAK İSTİYORUZ” Firuzment, bizim insanımızı geliştirme gibi bir derdimiz var diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Biz her türlü paramızı kazanırız, mühim olan burada para kazanmak değil. Ömrümüzü bu işlere veren insanlar olarak bildiklerimizi mezara götürmek yerine insanlarla paylaşmak istiyoruz. Daha öncesinde Köy Enstitüleri, Halk Evleri bu işi yapıyordu. Ne yazık ki bu yapılar da bitirildi. Birikimi olan hocalarla biz de bu açığı kapatmak istiyoruz. Can Yücel, Asım Bezirci gibi birçok isimlerle uzun yıllar vakit geçirerek birçok birikimler elde ettim. Ama bu birikimlere internetten ulaşılması mümkün değil. Sestanbul’un da bu anlamda tek gayesi var: ‘Bilgiyle insanını donatmak’ İnsanlar gerekli gereksiz birçok şeye para harcıyorlar. Özellikle AVM kültürü insanlarımızı hapsetmiş vaziyette. Biz de Sestanbul olarak, insanlar sürekli AVM’lerde para harcayacaklarına, bu tür eğitim kurumlarında kendilerini bilgiyle donatsınlar diye çaba harcıyoruz.” RADYO TİYATROSU Radyo tiyatrosu derslerinin de verileceği Sestanbul Ankara şubesinde radyo tiyatrosu ile ilgili Firuzment şunları kaydetti: “Radyo tiyatro derslerinde ‘İnsan sesle iletişim kurar’ diye derslerimi anlatmaya başlıyorum. Kişi hangi sesle iletişim kuracağını kendisi seçer ve bu da insanın hayatla arasındaki bağlantısını ortaya koyar. Çünkü ses insanın en önemli unsurlarından bir tanesidir. Hayatta şiddetin, karamsarlığın vs. olmasının nedenlerinin birisi de bizim sesimi kullanma şeklimizle alakalıdır. İnsan bilgiyle donatılmamışsa önce kendi hayatını düzenleyemiyor, sonrasında da başkasının hayatlarına müdahale ediyor. Ölüm ve şiddet seçeneğini hayatımızdan çıkarmamız gerekiyor. Biz öncelikle doğru, güzel, insani sesler çıkararak ne yapabiliriz sorusuna cevap arıyoruz. Radyo tiyatrosu da bu noktada cevap veriyor. Doğru, güzel ve etkili sesi kullanmada yardımcı oluyor. Ve radyo tiyatrosunun en güzel yanı ise reyting kaygısının olmaması.” Herkes bölüm bölüm yazıyor. Daha sonra Radyo Tiyatrosu eğitimi görenler, yazılanları okuyorlar, tartışıyorlar ve bundan bir oyun çıkarıyorlar. Daha sonra Radyo Tiyatrosu ekibi de yazmaya karar verdiler böylece bölümler arasında organik bir ilişki kurulmuş oldu. Bizim çalışmamız 8 aydır süren, bir yazar dünyaya nasıl bakmalı sorusunu cevaplayan bir eğitim süreci. Bir yazar otobüste oturan insana da bakmalı, etrafına da bakmalı, insanların ne düşündüğünü bilmeli ve onları anlamalı. Bu nedenle bizim eğitimimizden çıkan arkadaşlar, buraya gelip çalışmalara katılırlar. Buradan sonra yeni bir insan modeli olarak hayata karışırlar. Bizi en mutlu eden budur. Bütün mesele, bizim bu toplumun insanına, aydın insanlar olarak bir gönül borcumuz var. Sestanbul, işte bunları örgütleyen bir yapı. Önümüzde çok fazla perspektifler var. Yine Eskişehir’den bu şekilde bir Estanbul isteyenler var, Bursa’da bunu çok isteyenler var. Sonra 81 parçaya bölünüp bütün illerde devam edeceğiz anlaşılan’’ dedi. ‘’İNSANİ TEMELLİ BİR MARKAYIZ’’ Eğitimlerinde, insan temasının ağırlıklı olarak işlendiğini ve kendileri için önemli olanın ‘insan’ olduğunun altını çizen Erdoğan, ‘’Bizde hayatın kendisi var. İşte bu biz gerçeğiz demek. Bizim artistliğimiz zaten sahnede yeterince var ama burada tamamen gerçeğiz. Buradan meyvelerini veriyor. Behruz hocamın dediği gibi, örneğin yazarlık sınıfı tiyatro sınıfına bir eser yazdı. Hiç yazacağını tahmin etmediğiniz insanlar yazmaya başladı. Çünkü onlara bu enerjiyi veren hocaları var. samimiyetle ve inanarak anlatıyor. Ne kadar inanmışsak onu anlatıyoruz. Bu yüzden, bu samimiyet olmasaydı burada olamazdık. Bu nedenle burası çok keyifli. İnsanlara kendinizi ne kadar farklı anlatırsanız anlatın önemli olan içinizde ne olduğudur. Bütün bunlardan ötürü biz kendimize çok güveniyoruz. Bu işin temeline şunu koyduk; Burası insani temelli bir marka olacak. Sestanbul denildiğinde, insanlar oraya gidip mutlu olduklarını ve öğrenmeyi öğrenmeye başladıklarını hatırlayacaklar. Aslında meselede bu’’ ifadelerini kullandı. ‘’EĞLENMEDEN ÖĞRENİLMEZ’’ Eğlenmeden öğrenmenin olmadığını ve bunu slogan haline getirdiklerini ifade eden Erdoğan, ‘’Bizim başka bir sloganımız var; Öğrenci hem eğlenecek hem de öğrenecek diyoruz. Bir öğrenci derste eğlenmiyorsa o ders iyi değildir anlamı taşır. Hakikatten öğrenci ne kadar eğlendim diyerek o dersten çıkabiliyorsa başarmışsınız demektir. Çünkü eğlenmeye de çok ihtiyacımız var. İnsan sırtını bir ağaca dayayıp kitap okurken eğlencenin en yüksek noktasına ulaşır. O kitapla birlikte nerelere gider, nerelerden geri gelir. Eğlenmek başka bir şey. O hiç huzur başka bir şey. Bunları çok yüksek dozajda edinilen sanatsal terimler olarak söylemiyoruz. Yani Sivas’tan kalkıp gelmiş bir çocuğun, gecekonduda yetişerek, tiyatroyla deli olması ve diğer deli olanları kurtarmak için akılcı bir yöntem geliştirmiş ve kendine, kendinden daha zeki insanlar bulmuş biri olarak söylüyorum. Onlara aklımızı değil hayatı vermeye devam edeceğiz. En önemlisi de, eğer ben onun yerinde olsaydım diyerek, empatiyi geliştirerek hareket etmeyi öğretebilmek’’ diye konuştu. ‘’EMPATİ ÖNCELİĞİMİZ’’ Sestanbul’a gelenlere öncelikle öğrenmeyi öğrettiklerini belirten Erdoğan, ‘’İster yazarlıkta ister oyunculukta ister dublajda olsun, ekran açıldığı andan itibaren, dublajını yapacağınız karakterin yerine geçmek zorundasınız. Oradaki tavra uygun olarak empati yapmanız gerekiyor. Örneğin, burun deliğine bakıyorsunuz, kızarken nasıl hareket ediyor. Ellerine, jestlerine ve mimiklerine bakıyorsunuz. İnsan bununla çok şey öğreniyor. Şair Özdemir Asaf, ‘’Öğrettiklerim gitti, öğrendiklerim kaldı’’ diyor. Yani insan bir şeyi öğretirken aslında kendine de anlatıyor. Bir dahaki basamakta en doğru ne yapabilirim diye düşünüyor. Farkındalık, öğrenmeyi öğrenmekle başlıyor. Sestanbul, insanlara öğrenmeyi öğretecek ve buradan insanlar eğlenerek gidecek. Ben derslerimde çok eğleniyorum. Öğrencilerim de keza öyle’’ şeklinde konuştu. SIRA ESKİŞEHİR VE BURSA’DA Ankara’dan sonra Eskişehir ve Bursa’da faaliyet göstereceklerini söyleyen Firuzment, ‘’Ankara’da burası hakikatten bir ışık yaktı. Aynı şekilde Eskişehir’de, Bursa’da da ışıklar yakacağız. Biz aydınlar olarak bu topluma bilgiler sunuyoruz. En önemli şeyin bu toplumun bilgilendirilmesi olduğunu düşünüyoruz. Şiddet ve düşmanlık salan şeyler yerine, dostluk, barış ve sevgi aşılayan bilgiler anlatmaya çalışıyoruz. Bizim esas meselemiz ve esas temelimiz budur. Bakalım burada insanlar bunun ne kadarını algılayacak, ne kadarını hazmedecek? Bunu deneye deneye göreceğiz. Çünkü derse girerken ben önce gelen arkadaşlara bir bakıyorum. Buraya gelenler benden ne istiyorlar, ne bekliyorlar acaba diye soruyorum. Sonra bunlara göre dersi anlatmaya başlıyorum. Bizde nabza göre şerbet vermek sözü var mesela. Bu söz kötüymüş gibi algılanıyor ama aslında doğru olanı bu. En doğrusu budur çünkü herkesin nabzına göre şerbet verilmelidir. Önemli olan o nabzı tutmak ve tutturmaktır. Biz tabi, öğrencilerimize bilgiyi iktidar kabul eden bir anlayışı kesinlikle uygulamıyoruz. Mesela bazı hocalar vardır, tepeden bakar, ‘’daha sen nesin bakayım, senin daha 40 fırın ekmek yemen gerekiyor’’ derler. Asla böyle davranmıyoruz. Bizde herkes eşit düzeydedir. Buraya gelenlerle biz sadece bilgimizi ve tecrübemizi paylaşıyoruz’’ dedi. Öğretmenin, öğrenciyi doğru tarafa yöneltmesinin öneminden bahseden Firuzment, ‘’Bizim böyle bir işimiz vardır. Bilmiyor diye karşı tarafı aşağılamak kesinlikle kabul edilemez. Örneğin, yazarlık dersinde ben öğrencilerime aklınıza gelen en saçma soruyu bile bana yöneltin diyorum, ‘’sen ne biçim yazar olacaksın, böyle soru mu olur’’ demiyorum. Soruyu nasıl sorması gerektiğini anlatıyorum, öğrenciye, gel bunun doğrusunu arayalım diyorum. Yani aslında öğrenciyi doğru alana, doğru soruyu yönlendirmek gibi bir iş var’’ ifadelerini kullandı. ‘’HOCALIK ÇOK BAŞKA BİR ŞEY’’ Herkesin öğretici olamayacağını söyleyen Firuzment sözlerine şöyle devam etti, ‘’Biliyorsunuz bizim eski ve kötü eğitim sistemimizde bu örnekler var. Örneğin Konservatuvar hocalarının şiddet içeren sözlerine maruz kaldık ve bize de geçmişte bir yanlış yapıldı. Şöyle bir anlayış var, çok önemli sanatçılardan, çok önemli hocaların çıkacağı düşünülüyor. Ama ne yazık ki hocalık çok başka bir iş. Örneğin ben, Almanya’nın Bonn şehrinde, sadece nefes alıp vererek vücudu denetim altında tutarak eğitim yapan bir hoca ile çalışıyordum. Ben ona neden oyunculuk yapmadığını sormuştum. Bana, ‘’benim işim o değil, ben bunu yapıyorum ve yapmaya da devam edeceğim’’ dedi. Ama hakikatten, gerçek bir hocaydı. O hoca, benim maske ile yaptığım bir çalışmadan ötürü bana bir yüzük hediye etti ve yaptığım çalışmanın doğruluğunu bana hatırlatması için hediye ettiğini söyledi. ‘’ Gelen öğrencilerin, buradan samimi ilişkilerle ayrıldıklarını anlatan Firuzment, ‘’Biz burada aydınlar olarak, bütün bilgilerimizi, yol yorgunluğuna bakmadan, Ankara’ya geldik. Buradan Sestanbul’u, Bursa’ya da, Eskişehir’e de taşıyacağız. Bütün başarımız belki şuydu; buraya gelen bir kişinin, bir başkasına, burayı önermesi olmuştur. Bizim çalışmalarımızın sonunda herkes birbirine sarılarak ayrılıyor. Öbür hafta çalışmalara, herkes birbirini özleyerek geliyor. Bunların hepsi bu atmosferle oluyor. Örneğin Bayram tatili sonrası herkesin bir gelişi vardı resmen 9 günlük tatilden şikayet ettiler’’ örneğini verdi. ‘’ÖĞRETMEN, DÜRÜST VE NET OLMALI’’ Hoca olmak için önceliğin dürüstlük ve netlik olduğunun altını çizen Erdoğan, eğitimlerde öğrencilere vaat verilmediğini de hatırlatarak, ‘’Yani buraya gelenler, koşarak geliyorlar. Bunun bir önemli hususu daha var; vaat yok. Çünkü senden şu olur, senden şu olur, senden olmaz demiyoruz. Hiçbir şekilde böyle vaatlerimiz yok. Hocalığın temelinin dürüstlük olduğunu düşünüyorum. Hoca, dürüst ve net olmalı. Karşı tarafı değerlendirirken de kendine benzetmekten çok derinleştiği alanı ifade etmesi zaten yeterli oluyor. Bu zaten bir hayal dünyası. O kadar büyük bir alan ki içine girdiğiniz zaman anlatmaya neresinden başlarsanız sizi bir servete götürür. O yüzden mutlak anlamda hoca, çok önemli diyoruz. İkinci bölümde de, firmanın, kuruluşun, sanat akademisinin dürüst olması yatıyor. Az önce derste şunu söyledim, ‘’Dublaj gerçekten kolay bir iş. Öğrenirsiniz. Ama işte dublajın ilk yılları biraz zor. Yani ilk 15 yılı zor.’’. hocam 15 yıl fazla değil mi diyenler oldu. Yani bunu net ifade etmek, önce yapanın yolunu açmak, öncü olanın peşinden gitmek, açık olanın zekasını doldurmaya çalışmak. Yani yol arkadaşı olmaya çalışmak. Sanat zaten böyle bir şey. Toptancı zihniyetle değil, bireye yönelik işler çıkarmak. Ben burada sınıfımdaki herkesin ismini bilirim’’ şeklinde konuştu. Eğitim ücretlerinin her bütçeye uygun olduğunu ve eğitimlere gelenleri zorlamayacak bütçeler ayarladıklarını söyleyen Erdoğan, ‘’Şunu da söylemek isterim, maddi ölçü olarak da elimizden geldiğince, her bütçeyi çok düşük tuttuk. Yani bir kere o da iyi bir haber. Bizimkisi çok büyük bütçeli programlardan öte. Buraya gelmek isteyenler çok daha uygun rakamlarla eğitim alabilecekler. Ama gerçek bir eğitim alacaklar. Zaten yardım edeceğimiz arkadaşlarımız olacak. Duanızı eksik etmeyin, güzel, dilek, şükür, teşekkür hepsine ihtiyacımız var’’ dedi. (Rozita Merve HAMİDİ-Türkan ÇATAL)

Editör: TE Bilisim