“Sonbaharın, havanın bütün tozlarından kurtularak billurlaştığı, güneşin insana hasret dolu hülyalar kurdurduğu günlerden biriydi. Sabahtan beri hissettiğim tembellik öğleden sonra beni bırakmaya mecbur etmiş, şapkamı alarak sokağa fırlamıştım. Ankara’ya yeni gelmiştim. Küçük ve ilk memuriyetimin verdiği heyecanlı hevesle sabahın erken saatlerinden akşamın geç vaktine kadar çalışıyor, sonra iyi bir memur olmanın huzur ve sükûneti içinde daireye çok yakın Kediseven Sokağı’ndaki bahçeye giderek bir kanepenin üstünde saatlerce oturuyor, sonsuz bir hasbilikle sevdiğim yaşamayı doya doya tadıyordum. (…) Kediseven Sokağı’ndaki küçük bahçe ile ruhumu birbirine benzetiyordum. İkisi de sükûn ve inziva içindeydiler, ikisi de bu kocaman kâinatta kimsenin gözüne çarpmayan, kimseyi rahatsız etmeyen birer köşe idiler.” Bu cümleler öykücü, romancı ve siyaset adamı Samet Ağaoğlu’na ait. Ağaoğlu, Bakü doğumlu. Cumhuriyet’in ilanından sonra birçok romancı, sanatçı gibi ailesiyle Ankara’ya yerleşenlerden. Ağaoğlu o günlerde Keçiören’de oturuyordu. Ankara Lisesi’ni ve Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Peki, Ankara üzerine öyküler yazan bir tek o muydu? Hayır. Çünkü geçmişe kadar ekonomisi tarıma dayalı Ankara’nın kaderi, 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal’in gelişiyle değişti. Ankara’nın başkent oluşu, doğal olarak bozkır kentinin kültür yaşamını da etkiledi, yeşertti. İstanbul’un iyi eğitimlileri akın akın Ankara’ya gelmeye başladı. Çeşitli sanat dallarında nitelikli eleman yetiştiren kurumlar tesis edildi. Düzenlenen yarışmalarla Ankara’daki sanatçıların ileri düzeyde eserler vermesi özendirildi. Bu sanatçıların bir kısmı ilerleyen yıllarda tekrar İstanbul’a döndü. Bazıları ise bu şehirde kalıp şehrin kültürüne katkıya devam etti. Ahmet Arif’in “Karanfil Sokağı” şiirindeki gibi “Hasretim nazlıdır Ankara” diyerek hüznünü paylaştı. Yukarıdaki Ağaoğlu’na ait hikâyeyi nereden aldım? Gazeteci bir arkadaşımın kütüphanesinde bir kitaba rastladım. Kültür Bakanlığı’nın 2002’de bastığı kitabın adı “Öykülerde Ankara” idi. Esat Bozyiğit’in hazırladığı kitapta konusu Ankara’da geçen ve 40 ünlü kalemin zihninden, yüreğinden dökülen 40 öykü yer alıyordu. Şu an ne yazık ki satışı yok. Olur da sahaflarda rastlarsanız kaçırmayın derim. “Sivaslı Ali’yi buldurup Ankara’ya getirmek ve onu burada da dinleyerek sesini terbiye ve inkişaf ettirmek, itiraz edilebilecek bir fikir değildi. Ne kadar yanılmış dahi olsak, her halde birinci sınıf bir istibdat karşısında bulunduğumuz inkâr edilemezdi. Arkadaşım şimdiden hülyalar içinde yüzüyordu. Sivaslı Ali’nin bir gün meşhur ve dünyaca tanınmış bir opera tenoru olarak Avrupa şehirlerinde konserler verdiğini düşünüyor: ‘Onun frak içindeki vücudunu ve beyaz yakalardan fırlayan kırmızı yüzünü görmek harikulâde bir şey olacak’ diyordu. Nihayet istediğini yaptırdı. Birçok yerlere başvurarak Sivaslı Ali’nin Ankara’ya getirilmesini temin etti. Bu işlerle uğraşan makamlar zaten yeni kurulacak operalar için istidatlar aramakta idiler.” Bu hikâye de yine kitapta geçen ve bir dönem Ankara’da Musiki Muallim Mektebi, Tercüme Bürosu, Türk Dil Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan Sabahattin Ali’ye ait.

Editör: TE Bilisim