Bugünlerde en büyük merakım, kelime/köken araştırmak. Bazen ezbere kullandığımız kelimelerin anlamlarını öğrenmek, doğrusunu söylemek gerekirse insanın ufkunu açıyor. Önce üç örnekle başlayalım, ardından mürekkep yalamak nereden geliyor buna bakalım. Elin tabancasını yemeyen kendi tabancasını demirden sanırmış: Burada bahsedilen tabanca bilinenin aksine "tokat" demek. Ayağın altına taban, avuç içine de tabançe. Buradan geliyor ve tabançe, tabanca olmuş. Bugün, "El tokadı/yumruğu yemeyen kendininkini balyoz zannedermiş" şekliyle de kullanılıyor. Afyonu Patlamak : Sabahları tam ayılamayanlar için kullanılan bir deyim. Ancak kökeni ta Osmanlıya uzanıyor. Osmanlıda ramazan ayında bazı afyon tiryakileri, kurumuş afyonu hap şekline getirdikten sonra kapsül gibi sarıp sahur vakti yutarmış. Saatler geçtikçe mide asidiyle beraber hap çözülür ve afyon da patlarmış. Filinta: Bugün boylu poslu, delikanlı anlamında kullanılıyor. Oysa “Filinta”, çakmaklık bir silah çeşidi ve Almanca "çakmak taşı" anlamındaki flinte sözcüğünden geliyor. Şimdi gelelim, “mürekkep yalamak” deyimine. Bunu da İnkılap Yayınları’ndan çıkan “Memleket Yazıları 14 / Cihangir Dalkavuğu Tarihi” kitabının yazarı Refik Halid Karay’dan dinleyelim: “Biz, kamış kalem devrine de yetişmiş nesildeniz; kamış kalem yontmağı, bu kalemle ve lifli bezir işi mürekkeple yazı yazmağı öğrenmişlerdeniz. Babalarımız kadar çok değilse bile bizim nesil de epeyce mürekkep yalamıştır. Mürekkebin galiba şeker karıştırıldığı için pek tatlı, fakat yarı ekşi, aynı zamanda buruk, bir müddet geçince acılaşan, genizde öksürük şuruplarındaki gibi hafif bir gayakol kokusu bırakan lezzetini hâlâ duyarım. O kokuyu bana yol tamiri sırası kaynayan asfalt kazanlarının dumanı da hatırlatır. Yarım asır sonraki nesiller, meşhur tabirlerimizden ‘mürekkep yalamış’ sözünü niçin ‘az çok okumuş, ümmi kalmamış’ manasına geldiğini izahat verilmedikçe elbette anlamayacak. Bir zamanlar yazı yazarken hata işlenince yanlış kelimenin ve hatta satırların şapur şupur yalanarak silindiğini, silgi lastiği yerine bazen parmak, çok defa dil ve bir miktar da tükürük kullanıldığını akıllarına sığdırabilirler mi? Şunu kaydetmek lazım: Demin ‘şapur şupur’ dediğime bakmayınız. Öyle yalanınca tabiidir ki yazı birbirine karışır, kâğıt fazla ıslanır, buruşurdu. Dilinizi silinecek yerin ölçüsüne göre ve az nemli tutarak idare icap ederdi. Silinecek kelime tek ise yalnız dil ucunu, önceden iyi nişan alarak bu yerin tam üstüne, şöyle bir sürüp çekmek, kâfi derecede ıslanınca o hareketi birkaç kere tekrarlamak, hizada yanılmamak, başka kelimeyi tecavüzden sakınmak gerekti. Sonra da hohlayıp kuruturdunuz. İyice kurumadan aynı noktaya kalem sürmek bir çuval inciri berbat ederdi; artık düzelemezdi; tashih izi belli olurdu. Mürekkep yalaması, macun yalamağa benzemezdi. Bu sebepten dolayı da epeyce idman ve biraz da istidat isterdi.”