Her devletin, kurumun, sivil toplum kuruluşunun, siyasi partinin, derneğin, köyün ve mahallenin statükosu olduğu gibi medyanın da bir statükosu var. Bu statüko, teknoloji ve yeni iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kendini daha çok var ediyor ve güçlendiriyor. Öğrenciyken statüko denilince benim aklıma gelen ilk şey; kurulu bir devlet düzenin devam ettirilmesi oluyordu. O döneme kadar okuduğum birkaç kaynaktan bunu anlamıştım. Fakat bir gazeteci olarak medyada çalışmaya başladıktan sonra statükonun sadece devlete özgü bir şey olmadığını fark ediyorsunuz. Gittiğiniz, haberini yaptığınız her kurumun, kuruluşun ve derneğin de birer statükosu olduğunu anlıyorsunuz. Ve bu statükoyu korumak için elinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bu yapılar, statükonun korunması adına, anti demokratik, eşit olmayan uygulamaları devreye sokmaktan hiç çekinmeyen yapılardır. Yazıya başlamadan önce statükonun Türk Dil Kurumu’ndaki anlamına baktım. Statüko, TDK’da; düzenin korunması durumu, sürer durum olarak tanımlanıyor. Kısacası var olan bir düzeni koruma çabası. Devlet, kurum, parti, kuruluş, dernek vb.. kurumlar nasıl ki var olan düzenlerini yani statükoyu korumaya çalışıyorlarsa, medya çalışanları da medyadaki bu durumu koruyup muhafaza ediyorlar. Düzeni nasıl mı koruyorlar? Çok basit. Örneğin, A kurumun boşalan B bölümüne bir eleman mı lazım oluyor, bu şahıslar hemen devreye giriyor. Öncelikle kendi tanıdıklarını, çevrelerini, yakınlarını birbirlerini arayarak boşalan yerlere buldukları tanıdıklarını yerleştiriyorlar.  Yerleşik düzen yıllardır bu şekilde devam ediyor. Bu düzeni, statükoyu yıkmak mümkün mü? Elbette ki kocaman bir hayır. Ya bu düzenin içinde olmak için çalışacaksınız ya da dışında kalıp bir mucize beklemeye koyulacaksınız. O mucizenin gerçekleşmeyeceğini yıllarca bekleyerek öğrenmiş olacaksınız. Medyadaki statükoyu koruyan ya da korumaya çalışan medya çalışanları, kurdukları kameramanlar, muhabirler ve gazeteciler dernekleri ile bu yapıyı ciddi derecede kurumsallaştırıyorlar. Kurumsallaşan yapı iyice düzeni kalıcılaştırıyor. Yeni yetişen medya çalışanın okulu bitirdiği gibi bu yapının içinde yer alması ya da iş bulması mümkün gibi görünmüyor. Okulu bitiren bir iletişimcinin bu yapının içinde yer alması için buradaki bir medya çalışanını tanıyor olması gerekir. Aksi takdirde kişi yukarıda bahsettiğim mucizeyi bekleme yoluna koyulacaktır.  Yazıyı okuduysanız girişte gelişen teknoloji ve iletişim araçları ile birlikte statükonun güçlendiğini söylemiştim. Evet, yeni iletişim aracı olan WhatsApp ile birlikte bu şahısların, kurumların birer gurupları bulunuyor. Örneğin haber kameramanları gurubu ya da muhabirler gurubu. Bu guruplar kendi çalıyor kendi söylüyor. Onların dışında medya sektörde iş bulmak pek de kolay olmuyor. Yukarıdaki yazdıklarım iletişim fakültesinde okuyan ya da bu bölümü tercih edip okumak isteyen öğrenciler için pek iç açıcı olmayabilir. Fakat medyadaki durumun bu şekilde işlediğini tekrar belirtmek istiyorum. Hani şu meşhur bir halk sözü var: Ankara’da dayın var mı? Dayın yoksa sen bir hiçsin. Bunu değiştirip medyaya uyarlayın. Medyada dayın var mı? Fakat bu dayının da statükoyu koruyan bir dayı olmasına dikkat edin. Gerçi ‘Dayı’ istemeyen sektör mü var... Kalın sağlıcakla…

Editör: TE Bilisim