Güçlü Anadolu Gazetesi olarak, Türk Sineması’nın önemli isimlerinden Öner Kılıç ile, Türk Sineması’nın geleceğini, sinemanın Türk kültürünü tanıtmada ki etkisini, sinemanın birleştirici gücünü, çalışmalarını ve ödüllerini konuştuk. Gazetemize değerlendirmelerde bulunan Kılıç, sinemayı Tarkan ve Kara Murat ile sevdiğini ve Türk kültürünü dünyaya tanıtmak için sinemayı kullanmak gerektiğini ifade etti. Sinema sektörüne nasıl başladınız? 15 yaşından beri sinema sektörü içerisindeyim. Rahmetli abim, devlet tiyatroları sanatçısıydı, Ensar Kılıç. TRT’ye dizi çekiyorlardı. Setini ziyarete gittiğimde rahmetli Natuk Baytan ile tanıştık. O gün, ‘Ya hocam ben sinemayı seviyorum sinemayla ilgilenmek istiyorum’ dediğimde, ‘hocam gel asistanlığa başla’ dedi ve bir yaz tatili dönemini öyle bir sektörün içerisine girdim. Ankara’da olmamın avantajları da vardı. Açık hava sinemaları vardı. Biz özellikle o açık hava sinemalarında, sinemayı sevdim ben. Cüneyt Arkın ile Kartal Tibet’in çok büyük etkisi var, onlarla ben sinemayı sevdim. Bir gün ben de Tarkan filmi çekeceğim diye 11 yaşımda kendime söz verdim. O günden sonrada sinemaya ilgi duymaya başladım. Önce semt sinemalarıyla bunlar başladı sonra Ankara’nın önemli sinemaları var işte, Akün Sineması gibi yabancı sinemalarda keşfetmeye başladık. Sinemaya ilgi daha da arttı. Ondan sonra dünya sinema tarihine merak başladı. Derken ben lisedeyken yaz tatillerinde TRT’ye gidiyordum, gönüllü olarak kamera asistanlığı yönetmen yardımcılığı yapıyordum. Sinema açısından Ankara’da yaşamanın dezavantajını yaşadınız mı? İlk başta Ankara’da yaşamanın dezavantajını yaşamadım. Çünkü o zamanlar Türkiye’de tek bir kanal vardı. TRT vardı. Ve sinema kadar etkiliydi TRT de. TRT’nin avantajlarını kullanarak aslında bir okul gibi TRT’de yetişmiş olduk. Bu çok önemliydi bu bir dezavantaj değildi. Ama sinema yapmak istiyorsan mutlaka İstanbul’da olmak gerekiyordu. Yani televizyonculuk yapacaksan, dizi çekeceksen Ankara başlangıç için doğru bir yer. Ama bir süre sonra sektör İstanbul’da ve İstanbul’da olmak gerekiyor. Sizi TRT’ye ve sinemaya kim Yönlendirdi? Tabi 19 yaşındayken rahmetli Alparslan Türkeş, sinemaya olan ilgimi bildiği için TRT’ye yönlendirdi ve TRT’de prodüktör olarak devam ettim. 1992 yılında özel kanallar kurulunca biz de herkes gibi çıktık İstanbul’a gitti özel kanala. 1.5 yıl bir özel kanalda çalıştım. Ama orda beklediklerimi bulamadım. Yani tabi ki Türk olup da milliyetçi olmamak mümkün değil. Ben her şeyden önce milliyetçi bir Türküm Sayın Türkeş’in siyasi yönü kadar sanatçı yönü de güçlüydü. Yani özellikle sanata çok önem verirdi. Muhakkak milliyetçilerin sanatla ilgilenmesi gerektiğini söylerdi. Eğer siz kendinizi bu toprakları bu coğrafyanın kültürünü anlatmak istiyorsanız muhakkak sinemayla ilgilenmelisiniz. Çünkü sinema evrensel bir dildir yerel olduğunuz sürece uluslararası olmanız mümkündür. Ama sinema yapacaksanız kendi kültürünüzün sinemasını yapın derdi. Ve sağ olsun bu yönde bizi yönlendirdi. Zaten ilgimiz vardı. Onun teşvikleriyle de onun gösterdiği yollarda belli bir yola geldik. Bize İstanbul’daki sinema hayatınızdan bahseder misiniz, hangi çalışmalarda yer aldınız? 1992 de İstanbul’a gittim. Bir özel kanalda yaklaşık 1.5 yıl çalıştıktan sonra yapmak istediğim şeyi özel kanalda göremedim. Çünkü televizyon kanalları özellikle özel kanallar tamamen sizi kendi işlerini yaptırmak için reyting kaygısı olan işleri düşünüyor. Sizin sanatsal yönünüze değer vermiyor. Bu yürümüyor ne yapayım diye düşünürken sektöre girmek gerekiyor. Ve sektörde özellikle Yeşilçam’da çalışmak gerekiyor. Bunun için daha önceden TRT’de çalıştığım dönemde, daha önceden asistanlığını yaptığım Osman Sınav’ın yanına gittim. Sonra Atilla İlhan’ın eşi Biketİlhani ile tanıştım ve Biket İlhan’ın yardımcı yönetmenliğini yaptım. Biket hanımla birkaç film çektikten sonra, Biket hanım beni sağ olsun Kartal Tibet’e yönlendirdi. Kartal Tibet’e bir dönem asistanlık yaptım. Yasemince’yi çekiyoruz o dönem Kartal hocayla. Kartal hocanın o dönem kendi projesi başladı Yasemin’e dedi ki ben ayrılacağım ben gideceğim. Sonra dedi ki ya hocam gidiyorsun keşke bir yönetmen tavsiye etsen. Dedi ki ya tavsiye etmeme gerek yok size bir yönetmen bırakıyorum dedi ve benim ilk dizi çekmem Kartal Tibet’in sayesinde oldu. 10 yıl İstanbul’da dizi reklam sektöründe hizmet verdikten sonra 2001 yılından sonra Ankara’ya dönüş yaptım. Bildiğimiz kadarıyla Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de çalıştınız. Bize bu çalışmanızdan biraz bahseder misiniz? Şimdi yıl 1994. Belediye Başkanlık seçimleri var. Tayyip Bey de aday. Hiç kimse Tayyip Beye şans vermiyor o dönem. Sağ olsunlar ekipten arkadaşlar bu işin görüntülü kampanyasını yürütür müsün diye teklif geldi. Bizde Tayyip Beyin o dönem tanıtım filmlerini yaptık. Tayyip Beyin özellikle İstanbul yeniden fethediliyor sloganını o filmin bütün kurgusunu sloganın üzerine kurduk Tayyip Bey o dönem İstanbul’da özellikle çöp su problemi vardı biz bu problemleri Tayyip Bey’in hizmetle fethedeceğini hizmetle İstanbul’u yeniden inşa edeceğini anlatan tanıtım filmi yaptık ve diğer haberlerini hazırladık. Yaklaşık 6 aylık bir çalışmamız oldu Tayyip Bey ile. Belediye Başkanı oldu, şimdi de cumhurbaşkanımız Allah muvaffak etsin inşallah şimdi de başkanımız olur. İstanbul’dan Ankara’ya tekrar nasıl döndünüz? İstanbul’da bir dönem sektörün içinde çalıştıktan sonra 2001 krizi oldu. O kriz döneminde herkes gibi biz de etkilendik. Ankaralı’yız Ankara’da doğduk büyüdük. Karslıyım aslında da hayatım Ankara’da geçti. Sinema maceramda Ankara’da başladığı için Ankara’ya döndüm. Ankara’ya döndükten sonra baya bir uğraştım kültür bakanlığına belgeseller çekmeye başladım. O dönem 7-8 tane belgesel çektik. Diyanet işleri başkanlığına hacı belgeseli çektim 6 bölüm. Bu belgeseller Endonezya’da Mısır’da birkaç televizyon kanalında da yayınlandı. Sadece Türkiye’de değil yurtdışında da yayınlandı. Neden Bosna, Bosna’nın bir özel anlamı var mı ? Bosna ile ilgili bosna benim için bir yaraydı çünkü bosna işgal edildiği zaman İstanbul’da bosna için yapılan o büyük mitingde o zaman çalıştığım kanal adına koordinatörlüğünü de yaptım. Bosna’ya bir vefa borcu var, orası bizim atalarımızdan bize bir emanet . Balkanlar yok olursa Türkiye’de de yok olur düşüncesiyle Bosna’nın bağımsızlığına neden olan bir tünel var. O tünel üzerinden bir belgesel çektim. Bu belgesel Mısır’da ödül aldı. Günümüzde çekilen sinema ve dizilerin amacına ulaştığına ve Türk kültürünü yansıttığına inanıyor musunuz? Bizim bir sanat anlayışımız vardı üzerinde çalıştığımız bir ekolümüz vardı bizim, Türk sineması ekolü demek gerekiyor buna. Çünkü yereli anlatmak gerekiyordu. Bizim hikayelerimiz çok güçlü ama son yıllarda dizilerde, filmlerde olsun bizim hikayelerimiz anlatılmıyor. Yabancıların hikayeleri anlatılıyor. Niye bizim hikayelerimiz anlatılmıyor çünkü bizim hikayelerimizde örf adet gelenek var. Reyting bunlar üzerinden gelmiyor. Türkiye’nin ahlaki yapısını yok etmek gerekiyor ee bunun için de ne kadar ahlaksızlık varsa dizilerde, ne kadar çarpık ilişki varsa bunun üzerine kurulu. Bahsettiğiniz Türk sineması ekolünü, Türk ve Müslüman dünyasına anlatmak için hangi çalışmaları yürüttünüz? Biz bu hikayelerimizi anlatmak için tek başına mücadele etmeniz mümkün değil. Ve ben bir sinema okulu kurdum Ankara’da. Sağ olsun Keçiören Belediyesi büyük destek verdi bana bunun için yer tahsis ettiler. Bu sefer de gençlere sinema öğretmeye başladım. Ve bu çocuklarla atölye çalışmaları yaparak kısa filmler çektik. Çocuklar da işte dünya ve Türkiye birincilikleri gibi birçok ödül aldılar. Bir yandan kendi işlerimi devam ettirirken üzerimize yüklenen o misyonu abimin geliştirdiği o ekolü yaygınlaştırmak gerekiyor. Tek başınıza en fazla bir film çekersiniz ama ne kadar çok sinema sektörüne insan yetiştirirseniz bu ekolünüzü yerleştirirsiniz. Ben de sinema okuluna devam ettim. Tabi bu okulun bu çocukların kendi filmlerini yapmaları ve dünyaya tanıtmaları için de 2010 yılından beri uğraştığım, özellikle 150 milyon Türk Devletleri’nin olduğu insanlar 1.5 milyar İslam dünyasına bu işimizi anlatmak gerekiyordu. Öncelikle festivaller yaptık. Bağımsız 7 Türk Cumhuriyetleri’nden 7 ülke 7 film diye bir festivale başladık. Bu festival istenilen sesi getirdi. İstediğimiz gibi bir etki de oluştu. Bu Türkiye’de sınırlı kalmamalı diye bunu Türk Cumhuriyetleri’ne yaymaya karar verdik. 2005 yılından itibaren de bunu Türk Cumhuriyetleri’nde devam ettiriyoruz. Azerbaycan da 2 defa Kazakistan’da  2 defa. Nisan ayında Makedonya mayıs ayında Kırgızistan’da devam edecek. Burada amacımız Türk filmlerin götürüp orda izletmek değil. Zaten internetten dizilerden izliyorlar. Önemli olan Türk sinemasını orda bilinçaltına yerleştirmek.Türkiye’yle, Türk Cumhuriyetleri arasında ortak filmler geliştirmek. Şu anda Azerbaycan’da bu konuda baya bir yol aldık. Azerbaycan’la Türkiye arasında 3 tane ortak film projesi  hazırlığı başladı. Bu filmlerden bir tanesini ben kendim yapıyorum. İnşallah Temmuz ya da Ağustos gibi çekimine başlayacağız. Bu son aralık ayında Astana’da bir Türk filmleri haftası yaptık. Türk kültürünü sinema ile anlatmanızda ki amacınnız nedir? Sadece dizilerle değil artık Sinemayla da biz Türk dünyasında olmamız gerekiyor. Çünkü ortak kültürden olan insanlarız. Dünyada aşk filmleri çekiliyorken herkes Romeo ve Juliet’i örnek alır. Bütün aşk hikayeleri modern olsun klasik olsun diye Romeo ve Juliet üzerinden gider ama Romeo ve Juliet’ten 300 yıl önce yazılmış ilahi aşk vardır. Yani Leyla ile mecnun. Eğer biz kendi hikayelerimizi yazacaksak kendi aşklarımızı anlatacaksak Leyla ile Mecnun’u örnek alarak anlatmalıyız. RobinHood diye bir adam var ve bunun dünyada filmleri yapıldı ama RobinHood’dan daha önce yaşamış Bolu’da Köroğlu, Azerbaycan’da Köroğlu, Türkmenistan’da da Köroğlu ve çok ilginçtir oradaki yardımcısının adı da Aybars. Yani ne yapıyor haksızlık yapanla mücadele edip ezilenin yanında olan bir kahramanımız var. Biz niye böyle bir kahramanlık hikayesini anlatmıyoruz? Biz o ülkelerde bunu da anlattık. Yani kahramanlık yapacaksak Köroğlu’nu örnek alalım aşk yapacaksak Leyla ile Mecnun’u mizah yapacaksak Nasreddin Hoca’yı çünkü Türk dünyasında ortak bir isim. Bunların hepsinden en önemlisi Dede Korkut diye bizim bir hikayecimiz var. 12 tane hikayeden oluşuyor. Bu 12 hikayenin filmini yapmak değil. Dede korkut olgusunun filmini yapmak gerekiyor. Yüzüklerin efendisinde bir Gandalf diye bir adam var. 300 yıl yaşamış ve bütün öykü onun hikayesi üzerinden geçiyor. Bizim Dede Korkut 1000 yıl yaşamış yani öyle bir kişi var mı bilmiyoruz ama dede korkut bir öge. Müslümanlık’tan önce de sonra da var. Demek ki bizim öyle bir kahramanımız var. Biz eğer Türk tarihini anlatacaksak. Yüzüklerin efendisi gibi bir seri yapılabilir ve bu ülkede dede korkut üzerinden anlatılır. Türk cumhuriyetlerinde yaptığımız etkinliklerde özellikle bunları anlatıyoruz. Hemen hemen ortak fikirlere ulaştık. Bir proje geliştirdik. Avrupa sinema birliğinde ortak filmler yapılıyor. Ne yazık ki oraya aktarılan paralarla Türkler aleyhinde filmler yapılıyor. Biz de dedikki madem böyle bir fon var gelin bu fonu biz Türk sinemacılar birliğini kuralım, Asya Sinemacılar Birliği olsun ve bu fona aktarılsın ama bu fonda da hikayeler üzerine Cengiz Aytmatov gibi isimlerin hikayeleri olabilir nazım hikmet olabilir bu hikayelerin filmlerini yapalım. Yılda 3 tane 5 tane filmler yapılsın. 5000 yıldır aynı kültürlerle yaşayan bizler için 90 yıldır kopmuş olan o birlikteliği dünyanın evrensel dili olan sinemayla birleştirelim. Bu da belli bir yola geldi. Biz bunu hem Türkiye hem Türk cumhuriyetleri kendi ülkelerinin sinema Genel Müdürlükleri’ne tekli olarak sundu. Şimdi çalışma içindeyiz. Ya kültür başkenti Kazakistan’da Türkistan şehri oldu ya da Türkiye de her ülkeden 5 sinema temsilcisiyle bir çalıştay yapacağız. Bu çalıştayın sonucunda çıkan raporlarda, herkes kendi raporlarını sunacak ve Türk dünyası sinemacılar birliğini kuracağız. Ben şu anda son özellikle 3 yıldır aralığı bu yönde kaydırdım. Türk Sinemacılar Birliği’ni kurmaya çalışmanızda ki amacınız nedir? ama biz dünyaya bir Türk sinema Birliği oluşturacaksak bu 250 milyon Türk halkının sinemasını yapmamız gerekiyor. Sadece Türkiye’deki sinemacıların yaptığı gibi ya popüler kültür sineması yapacağız ya da festival sineması yapacağız seyircimiz olmayacak. Ama sinema 7. sanat olduğu kadar bir algı yönetme aracıdır. Türkiye’nin son yıllarda dünyaya bir lider ülke olma pozisyonu var. Bu yönde aktifçe şeyler yapıyor. Bunu anlatmanın siyasi yolu olduğu gibi sanat yolu da olması gerekiyor. Yani siz bir algı oluşturmak istiyorsanız lider olmak istiyorsanız bunu en iyi aktaracağınız yönlerden birisi sinemadır. Çünkü bunun dünyada örneklerini biliyoruz. Komünizm ilan edilir, Sovyetler Birliği’nde komünizmi anlatmak için kitaplar yazılır ama insanlar okur-yazar olmadığı için aynı dili bilmedikleri için anlaşılmaz. Bunu anlatmak için sinemayı kullanır. 1925 Amerikan buhranında, Amerikan ekonomisi çökünce Amerika ekonomiyi kalkındırmak için Sovyetler’in yaptığı metodu inceliyorlar. Bakıyorlarki sinemayla. 1925’e kadar eğlence aracı olan sinema bir algı yönetme aracı olarak kullanılıyor. Şu anda dünyada en iyi algı yönetme aracı sinemadır. Biz 1.5 milyar Müslüman niye böyle bir şey yapmayalım ve bu amaç doğrultusunda biz bu festivalleri yapıyoruz. Bu amaç doğrultusunda dünyaya kendi sinemamızı anlatalım kendi ideolojimizi anlatalım. Ankara’lı bir yönetmen olarak Ankara’nın sinemadaki yerinden biraz bahseder misiniz? Ankara’da sinema konusunda es geçmek gerekiyor. Ankara sadece tek kanal döneminde TRT varken televizyonculuğu vardı ama Ankara tiyatro konusunda her ne kadar tiyatronun temelleri İstanbul’da atılmış olsa bile cumhuriyet ile birlikte Türk tiyatrosunu Ankara yönlendirmiştir. Konservatuar ve devlet tiyatrolarında yetişen sanatçılar Türkiye’de hem tiyatro hem sinema alanında çok büyük sanatçılar yetiştirmiştir. Şu anda İstanbul’daki dizi ve sinemalarda oynayan oyuncuların çoğu Ankara’dan yetişmedir. Ankara tiyatro yönünden her zaman İstanbul’dan bir gömlek öndedir. İstanbul her ne kadar kültür başkenti olsa da Ankara tiyatro konusunda her zaman İstanbul’un önündedir. Bunun da en büyük etkisi devlet tiyatrolarının olması. Bürokrasi şehri yeni kurulan bir şehir. Bu şehirde sanatla ilgilenilecek en iyi alan tiyatrodur. Ankara’nın özel tiyatroları çok azdır ama çok iyidir. Ankara Sanat Tiyatrosu mesela. Şu anda İstanbul’daki en iyi tiyatrocular sinemacılar ve dizi oyuncuları buradan yetişmiş insanlardır. Sanat yönü yüksektir. Tiyatro yönü yüksek bir şehir.Ankara’da bir dönem açık hava sinemaları vardı. Özellikle Ankara halkının kültür coğrafyasında dünyadaki değişimleri sosyolojik değişimleri sinemayla en iyi izlediği sinemalardır. Mahallelerde açık hava sinema kültürü vardı. O kültür bu alışveriş merkezleriyle birlikte yıkılmaya başladı. Sinema denilince şimdi Avm’lere gidip 30 kişilik 40 kişilik salonlarda izliyorsunuz ama eskiden 300 kişi doluyordu Keçiören’de Akün Sinaması’nda 500 kişiyi geçiyordunuz. İnsanlar bir araya geliyordu sohbetler oluşuyordu. Ankara o yönüyle bir dönem tiyatroyla çok öndeydi ama sinema salonlarıyla da öndeydi yani sinema yapılmıyordu ama sinema izleyicisi çok yüksek bir şehirdi Ankara. (Serkan DEMİRTAŞ)

Editör: TE Bilisim