İletişim teknolojilerinin hızla geliştiği dünyamızda iletişimsizlik sorunu bir hayli baş gösterir oldu. Bu anlamda bazı saptamalarla birlikte yazıma başlamak istiyorum. İletişim;  kişiler arasında duygu, düşünce, bilgi alış verişi gibi çoğu şeyleri aktardığımız etkileşim halidir. Son zamanlarda gelişen teknoloji ve iletişim ağları ile bu duygu ve düşünce alışverişi kendini sosyal mecralardaki paylaşımlara bırakıverdi. Kısaca, sosyal medya çoğunlukla kişilerin yüz yüze ifade edemediklerini daha rahat bir şekilde ifade etmelerine sebep oldu. Yani, sosyal mecralar insanlara olmak istediği kimliğe bürünme imkanı sağlarken, gerçeği manipüle eden bu araçlar, kişiyi gerçek olmayan sanal bir yanılsama dünyasına itiverdi. Takipçi sayısını arttırmak kişinin gerçek ve sanal alemde sahip olduğu kimliği arasında tezatlığa düşmesine neden oldu. Bu nedenden ötürü kişilik anlamında da büyük sorunlar ortaya çıkmaya başladı.’’ Benlik çatışması ve ‘’Yeni bir ben’’ algısı oluşturmak gibi. İnstagram fenomeni Essena O'Neill "Sosyal medya gerçek hayat değildir" çıkışıyla gündeme geldikten hemen sonra yarım milyondan fazla takipçisi bulunan hesaplarındaki fotoğraflarını silmiş ve bir anda gündeme oturmuştu. Önce hesabının adını ‘Sosyal medya gerçek hayat değildir’ anlamına gelen Social Media is not Real Life olarak çeviren O’Neill, iki binden fazla fotoğrafı hesabından sildi. Sonra bir video yayınlayarak bu kararı almasındaki nedenini, "Kendi reklamımı yapmaktan başka bir amaç taşımayan bu fotoğrafların tümünü siliyorum. Farkında olmadan genç kızlığımın büyük bir kısmını sosyal medyaya, sosyal onaya, statüye ve fiziksel görünümün nasıl olduğuna bağımlı hale gelerek geçirdim. Sosyal medya, özellikle de benim kullandığım şekliyle gerçek değil. Sosyal onay, beğeniler, tasvip edilme ve takipçi sayısındaki başarıdan ibaret olan bir düzen, son derece benmerkezci bir yargılamadan ibaret. Ve bu beni tüketti." şeklinde dile getirdi. Çevremizdekilerin neler yaptığını doğrudan doğruya değil de, dolaylı olarak sosyal medyadan öğrenir hale geldik. İnsanlarla bir araya geldiğimizde insanların yüzlerine değil de akıllı telefonlarımızın ekranına bakar hale gelmemiz gibi… Bu durumda insanlarla olan etkileşimimizin azalmasına, birbirimizden çok kendimize yabancılaşmamıza ve duyarsızlaşmamıza neden oldu. Kısaca sosyal medya hastalığı yani nam ı diğer ‘’FOMO’’ birçoğumuzda varlığını uzaktan yakından hissettirir oldu. Aslına bakılırsa toplumsal çöküşün en büyük alarmlarından biri duyarsızlaşmadır. Bir nevi, tepkisizlik hali, insani değerlerin kaybedilmesi, duygu ve düşüncelerin nasır tutmasıdır. Gerçekliği yapay/sanal olandan ayırıp  bu doyumsuzluğun, tatminsizliğin ve devamlı tüketme arzusunun içinden çıkıp kendi benliğimize döndüğümüzde sanırım tüm bunları aşmış oluruz. Yani kısacası; ışığa arkasını dönüp, gölgesinden mutsuz olan insanlardan olmadığımız zaman..