Ankara Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin düzenlediği "İklim Değişikliği ile Mücadele Bağlamında Türkiye'de Tarım ve Gıda Güvenliği Çalıştayı" başladı. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Muzaffer Göker Salonu'nda düzenlenen konferansta, yaşanan iklim değişikliklerinin, tarıma ve gıda sektörüne etkileri tartışıldı. Konferansın açılışında, Prof. Dr. Mehmet Somuncu ve fakülte dekanı İhsan Çiçek konuşma yaptı. Çalıştay 3 gün boyunca devam edecek ve Çatalhöyük gezisi ile sonlanacak. Prof. Dr. Mehmet Somuncu, Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin çalışmalarına değinerek, ‘’Çevre sorunları merkezi 1990 yılından önce kuruldu. 1990 yılında araştırma ve uygulama merkezine dönüştü merkezin çeşitli işlevleri var. Bunların başında çevre konusu ve korunması ile ilgili bilimsel çalışmalar yapıyor. Çok sayıda düreli yayın ve kitabımız var. En önemli çalışmalardan bir tanesi bilimsel toplantılar düzenlememiz. Ulusal ve uluslararası birçok toplantı yapıldı. Tabi bu toplantılar biraz problem odaklı gidiyor. Bu program da iklim değişikliği sorunuyla alakalı’’ şeklinde konuştu. TÜRKİYE’NİN KONUMU SU AÇISINDAN RİSKLİ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanı İhsan Çiçek, iklim değişikliğinin, gıda, su ve tarım alanlarında, geri döndürülemeyecek boyutla ulaştığını hatırlatarak, ‘’Öğrencilerim de iyi bilirler benim en çok değer verdiğim sera etkisi meselesidir. Her zaman kötülenen ve etkilerinden zararlı bir faaliyet gibi görülen bir şey. Doğal erozyonumuz var burada da doğal sera etkimiz var. Dünya üzerinde dost bir yaşam sağlamak için en önemli faktörlerden bir tanesi. Güneş ışınlarının yansıması kullanılamayan bir enerjidir. Bu enerjinin yüzde 51’i yere gelir. Geriye yansıtılarak uzaya kaçırılır. Bu sırada sera gazları bunları tutarak sıcak atmosfer halinde yaşanmasına sebebiyet verir. Güneşten gelen enerjiye göre -18 olması gerekir ama şu anda ortalama 15 derece. Bu sera etkisi 33 derecede yaşamamızı sağlıyor. Güneş geldiği zaman çok sıcak olmadığı zaman çok soğuk bir atmosfer olmayı etkiliyor. İnsan etkisi işin içine girince dost sera etkisini artırıyoruz. Yani biz atmosferdeki bu sera gazlarını artırıyoruz. Paris görüşmeleri sonrasında küresel ısınma etkisini 2 derecede tutabilir miyiz tartışmaları yapılıyor. Kendimiz 38 dereceye ulaştığımız zaman hastalanıyoruz. Bu nedenle dünya için 2 derece gerçekten çok yüksek bir artış. Tarım bundan oldukça etkilenebilecek durumda. Bu antropolojik etkiyle sera etkisinin azaltılması çok önemli bir konu. Zaten içinde yaşadığımız ortamda bunu hepimiz görüyoruz. Türkiye de duymuş olmaya alışık olmadığımız hava olaylarına şahit olmaya başladık. Antakya Finike’de yaşanan hortum, kuvvetli sağanak yağışlar bunların hepsi iklim değişikliğinin etkileri. İklim değişikliği alışık olmadığımız hava olaylarına sebebiyet veriyor. Bir yandan kuraklık bir yandan sel ve sağanak yağışları görüyoruz. Bu nedenle bunlar sürekli karşımıza çıkacak şeyler. 2060 yılında dünyanın ortalama sıcaklığının 4 derece artacağı söyleniyor. Tarımın buna adapte olması çok zor. Biz kendi kendine yeten bir tarım ülkesi olarak lanse ediliyorduk ama şimdi ithalat yapan bir ülke haline geldik. Tüm dünyada gıda temini bir risk haline geliyor. Şimdiden kamu kurum ve kuruluşlarının katılımıyla önlemlerin alınması gerekiyor. Bu toplantı bu açıdan çok önemli. Bu konuda önemli katkıların yapılabileceğine inanıyorum. Umarım kamu kuruluşları tarafından işlevselliği sağlanır. Aynı zamanda sağlıklı ve yeterli su açısından da önemli. Akdeniz havzası su açısından en riskli alanlardan birisi. Bu yüzyılın sonralarına doğru sağlıklı suyun temini de zor olacak. Bu nedenle adaptasyonlarımızı yapmamız gerekiyor’’ ifadelerini kullandı. GIDA ÜRETİMİ TEHLİKEDE Çalıştay kapsamında, 1.oturumda, İklim Değişikliğinin Etken ve Edilgeni Olarak Tarım Sektörü konusunu dinleyiciler ile paylaşan Dekan İhsan Çiçek, ‘’Karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen, insan etkileri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik olarak tanınıyor. İklim doğal süreçlere bağlı olarak da değişebiliyor. Doğal periyot içerisinden 16 bin yıl içinde Türkiye de ısındı. Bu konuda IPCC çok önemli çalışmalar yapıyor. Son raporunda artık iklim değişikliği insanoğlu tarafından tetiklenen bir olaydır ve bu konuda artık şüphe yoktur. 20. Yüzyılda 0.74 santigrat derece bir artış gösteriyor. Buz tabakalarından yola çıktığımızda elde edilen uzun vadeli kayıtlara göre her 10 yıldaki bir sıcaklık bir önceki yıldan daha kuvvetli. Yani her 10 yılda bir daha sıcak bir dünyada yaşıyoruz. En sıcak 10 yıl 2001 yılından beri gerçekleşmektedir. 1850'lerde sıcaklıklar ile 1900'ler arasındaki sıcaklık farkı çok fazla. Sürekli olarak bir artış gözlemlenmekte. Bu sıcaklık değişimine baktığımız zaman dünya üzerindeki homojen bir sıcaklık artışından söz etmemiz mümkün değil. Örneğin Deniz yüzeyinin sıcaklık artışı kara yüzeylerinden daha yavaş. Bu olaydan her yer eş bir şekilde etkilenmeyecek. Akdeniz havzasında yağış ortalamalarında yüzde 20 ye varan azalışlar görülecek. Buna karşın kuzey bölgelerinde yağış artışları gözlenecek. Bu nedenle iklim değişikliği her yerde eşit yaşanan bir şey değil. Buzlar hızla küçülüyorlar. Hem kalınlıkları hem alansal olarak büyüklükleri sürekli azalıyor. Dünyanın ısınmasını engelleyen en önemli yer Antarktika. Ama 2080 periyodundan sonra burası iyice küçülecek ve dünyanın ısınmasını artıracak. Denizlerin yükselmesinde en önemli tehlike artış oranları. 20.yy da küresel deniz seviyesi yaklaşık 12-22 santimetre oranında arttı. Bunun en önemli nedeni buzulların erimesi ve termal genleşme. Bu nedenle iklim değişikliklerinin etkilerini çok yavaş alacağız. 21. Yüzyılda ne olacak peki? Senaryolara göre sıcaklıklar çok fazla artacak, iç bölgeler dış bölgelere göre daha fazla ısınacak ve deniz sıcaklıkları karadan daha az artacak. Metan biliyorsunuz karbondioksitten çok daha etkili bir sera gazı. Bu sera gazları tarımsal kaynaklı olarak artabiliyor. Doğrudan tarıma dayalı faaliyetler tarım sera gazına yüzde 17 oranında bir katkı sağlıyor. Sera gazı enerjiden tarımsal kaynaklardan etkileniyor. Tarıma bağlı olarak Türkiye’nin sera gazı emisyonlarının düştüğü saptanıyor. Bununla ilgili neler yapılabilir. Bunlar tarımı etkileyen faktörler. Çeşitli ürünlerden mısır buğday ve çeltik gibi ürünlerde azalma yaşanacak. Verimlerde de azalma yaşanacak. Dünyada yetiştirilen 5 ürünün hepsinde yüzde 20 oranında verim azalışı olacak bunun karşılığında da fiyatlar artacak. IPCC'nin verilerine göre verim sürekli olarak azalıyor. Bundan en fazla etkilenen alanlar arasında Afrika ve Asya yer alıyor. Bunun dışında Latin Amerika’da da ürün kayıpları yaşanacak. Türkiye de de yüzde 5 civarında tarımsal kayıplar yaşanacak. Bunun sonucunda maliyetler artacak. Çünkü siz tarımsal olaylarda ürün kaybına geliyorsanız ürün fiyatlandırmasında problemler yaratılıyor. Asya da en fazla kayıp taşkınlık ve kuraklıktan yaşanıyor.  Ortadoğu’nun en büyük sorunu da kuraklık sorunu. Tarımsal kayıpları fırtınalar taşkınlar ve kuraklık belirliyor. Hayvancılıkta en büyük kayıp kuraklıktan kaynaklanıyor’’ diye konuştu. ‘’KIRSAL KESİM HEM KENDİNİ HEM ŞEHRİ DOYURMAK ZORUNDA’’ Prof. Dr. Mehmet Somuncu, Türkiye’de Nüfus Artışı, Tarımsal Üretim ve Gıda Güveliği İlişkisinin İklim Değişikliği Bağlamında Değerlendirilmesi konulu sunumunda, yıllara göre nüfus ve gıda üretim bilgilerini paylaşarak, ‘’Bir yerdeki nüfusun yaşayabilmesi için bir takım telem kaynaklara ihtiyaç vardır. Neolitikten itibaren yerleşik düzene geçen insan bu sürecin başlangıcı olarak kabul edilebilir. 1927 yılında Türkiye nüfusu 13,5 milyon 2016 yılındaki adrese kayıt sistemine göre 79 milyon bir nüfusumuz var. Bu nüfusun kırsal ve kentsel alandaki dağılımı hiç homojen değil. 1927’de yüzde 75 nüfus kırsal da yaşıyor. Yani yüzde 75 hem kendisini doyuruyor hem de şehirlerde yaşayan insanları doyuruyor. Son olarak 2016 sayımına göre nüfusun yüzde 92’si kırsal alanda yaşıyor nüfusun yüzde 18’i kırsalda yaşıyor. Bu değişimi faal nüfusu desteklediğimiz zaman 1927de yüzde 90’u kırsal alanda ve tarımsal faaliyetleri sürdürüyor. 1960’ta tarımda çalışanların oranı yüzde 70’e düşüyor. 2016’da artık bu oran yüzde 18’e düşmüş durumda. Şu an da büyük kentlerde yaşayan insanların kırsal alanda yaşayan insanların üretimine ihtiyacı var. Bu geniş bir zincir. Tarımsal faaliyetlerde üreticilere ve gıda sanayine ve tüketicilere kadar geniş bir zincir var. Türkiye de tahılların içeresinde buğday çok önemli. Şu anda unlu mamuller sektörü başlamış durumda. 1960 yıllarında nüfusta ekim alanlarında ve üretimde artış var. Ama 1990’lardan sonraki süreç milat olarak görüşülebilir. Bu dönemde üretim ton miktarı 20 milyona ulaşıyor. 2000 yılına gelindiğinde nüfus ve üretim arasında farklar oluşmaya başlıyor. Bütün bunları değerlendirmek için verilere bakmamız gerekiyor. GELECEK RİSK ALTINDA Türkiye’de, buğday ve canlı hayvan sektörünün, artan nüfusa karşılık azaldığını ve bunun ithalata yol açtığına değinen Pro. Dr. Mehmet Somuncu, ‘’1950’lerden itibaren nüfus sürekli artıyor ama buğday üretimi sabitleniyor. Nüfus yükselirken üretimin sabitlenmesi değerlendirilmelidir. 1950 yılında kişi başına üretime giderek artmış ve 1980 yılında en yüksek orana ulaşmıştır. Ortalama kişi başına 250 kg buğday ihtiyacı olduğu değerlendiriliyor. İthalatın sürekli olarak arttığını görüyoruz. Şu anda 4 bin ton buğdayı ithal ediyoruz. Bu açığı ithalat ile kapatıyoruz. Türkiye deki toplam tarım alanı da giderek azalıyor. Hayvancılık ve hayvansal ürünler de bir diğer önemli konu. Son günlerde sürekli konusu geçiyor. 1970 yılında 35 milyon nüfus var 60 milyon canlı hayvan var. 2016 yılında ciddi bir açık var. Türkiye de meraya dayalı bir hayvancılık söz konusu. Durum böyle olunca ithalata başvuruluyor. İlk defa 2011 yılında 1,5 milyar dolarlık bir rakam ortaya çıktı. FAO’nun tanımına göre gıda güvenliği gerekli besinin sağlanması için yeterli erişimin olması durumu. Türkiye de kırsal alanların boşalması tarımda izlenen yanlış politikalar ve iklim değişikliğinin olumsuz etkileri gıda güvenliğini tehdit etmektedir. Şu anda olağan üstü bir durum yok ama bu veriler bize gelecekteki riskleri işaret ediyor. Türkiye de iklim değişikliği kuraklık yağışlarda kayma don olaylarındaki artış ekstrem hava olaylarının sayısı ve sıklığındaki artış ve sel ve taşkınlar etkiler arasında. Bunun sonucunda tarımsal üretimde azalma gıda fiyatlarında artış ve gıda güvenliğinin riske girmesi. 2050 yılına gelindiğinde 95 milyon civarı nüfus olacağı var sayılıyor. Bu nüfusun beslenmeye ihtiyacı olacak. Kırsal kesimde yaşayan insanlar üretmek ve şehirleri doyurmak zorunda’’ şeklinde konuştu. (Rozita Merve HAMİDİ)

Editör: TE Bilisim