Tıptaki adı ‘Osteogenesis Imperfecta’ olan halk arasında ‘cam kemik hastalığı’ olarak bilinen hastalıkla dünyaya gelen Cem Argun 15 yıldır fotoğraf çekiyor. Cem Argun, mimar olmak çocukluk hayali iken fiziksel engeller yüzünden okul hayatına devam edememiş. Mimar olma hayalini gerçekleştiremeyen Argun, bu hayalini mimari ve inşaat fotoğrafları çekerek fotoğraf karelerinde yaşatıyor. Fotoğraf çekmeyi hayatının ortasına koyan Argun çektiği mimari fotoğrafları şöyle tanımlıyor: “Tarihsel akış içerisinde şehrin kimliğini oluşturan yapı sektörünün oluşum süreci ve onun tasarımsal alanını fotoğraflamak, düşündüğüm fakat koşullar sebebiyle yaşama geçirebilme olanağı bulamadığım şeylerle ilgili kendimi tatmin edebilme çabası olarak görebiliriz.” Cem Argun fotoğrafçı yönünü ve yer aldığı sosyal sorumluluk projeleri ile ilgili detayları gazetemizle paylaştı. Öncelikle Cem Argun’u tanıyabilir miyiz? O yıllarda farklı inançlara sahip, çok kültürlü bir yer olan İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde 1971 yılında doğup yine aynı sosyal yapıya sahip komşu ilçe Şişli’de çocukluk ve gençlik dönemlerimi geçirdim. Doğuştan itibaren yaşamaya başladığım cam kemik hastalığı sebebiyle fiziksel engelli olarak hayatımı İstanbul’da sürdürmekteyim. Yıllardır fotoğraf çekiyorsunuz. Peki fotoğrafa başlamanız nasıl oldu? Fotoğraf ilk gençlik yıllarımdan bu yana ilgilendiğim bir görsel üretim alanı… 24’lük, 36’lık filmli makinalarla aile fertleri ve yakın çevremdekileri fotoğraflayarak çekimler yapmaya başlamıştım. Sonrasında süreç içerisinde harçlıklardan biriktirdiklerim, hediye olarak edindiğim makinalar ve ilk akülü arabaya kavuşmamın ardından geçen yıllarda İstanbul’daki toplu ulaşım araçlarının da büyük ölçüde engelli erişimine uygun hale getirilmesinden kaynaklı olarak hareket alanımın gelişmesiyle beraber insandan, araçlara, mimariden, kapılara, pencerelerden endüstriyele dek birçok temasal alandaki serilerle fotoğraf çalışmalarımı genişleterek sürdürmeye devam etmekteyim. Genelde mimari ve inşaat fotoğrafları çekiyorsunuz. Anladığım kadarıyla bu önem verdiğiniz bir alan. Niçin mimari ve inşaat fotoğrafı çekmeyi tercih ediyorsunuz? Bu alan sizin için ne ifade ediyor? Yapı ve onu oluşturan inşaat süreci çocukluk dönemimden beri ilgi duyduğum bir alan. İnşa sürecini izlemek, irili ufaklı şantiye alanlarındaki sistematik çalışma ortamını, ilerleyişi gözlemlemek öteden beri keyif alarak yaptığım bir şeydir. Mimarlıksa yine ilk gençlik dönemimden beri hayranlık beslediğim bir mesleki alan olmuştur. Yapıları insanların barınma ihtiyaçlarını karşılamanın yanında tasarım ve kapladıkları alanlar bakımından da kentlerin estetik ve işlevselliğine değer katan önemli unsurlar olarak görmekteyim. Tarihsel akış içerisinde şehrin kimliğini oluşturan yapı sektörünün oluşum süreci ve onun tasarımsal alanını fotoğraflamak, düşündüğüm fakat koşullar sebebiyle yaşama geçirebilme olanağı bulamadığım şeylerle ilgili kendimi tatmin edebilme çabası olarak görebiliriz. Ara Güler ile tanışma hikayenizi okudum, biliyorum. Birde sizden dinleyebilir miyiz? Ara beyle bundan yaklaşık 8 yıl kadar önce, benim de dönem dönem uğradığım, sahibiyle iyi iletişim içinde olduğum bir fotoğraf stüdyosunda karşılaşıp tanışmıştım. Fotoğraf alanındaki başarısı ve bilinirliği dünya çapında olan Ara beyle tanıştığımız gün, “heyecanla izinsizce” çektiğim fotoğraflarından birkaçını beğenerek stüdyoda bastırıp yanında götürmesi ve “iyi görüşün var, çekmeye devam et” yorumu benim için sevindirici olduğu kadar unutulmaz bir anı oluşturmuştu. Cam kemik hastasısınız. Ama bunu kendinize bir engel olarak görmüyorsunuz. Peki sizin gibi cam kemik hastası olup da ‘üretme’ konusunda çekinceleri olan, cesaretlenemeyen insanlara diyecekleriniz var mıdır? Onlara ne önerirsiniz? Evet, halk arasında cam kemik olarak bilinen hastalığı doğduğum günden beri yaşamaktayım… Defalarca kırıklar yaşamama neden, kemiklerin kolay kırılıp geç iyileşmesiyle özetleyebileceğim bu ciddi hastalık sebebiyle ilkokula annemin çaba ve ısrarlarıyla zorla kabul edilmiş, çeşitli fiziksel koşullar nedeniyle ilkokuldan sonra örgün eğitime devam edebilme şansı bulamamıştım. Vatandaş olarak devletten gereken desteği görememiş bir birey olarak, beni gündelik yaşamdan soyutlamayan, sosyalleşmemin, toplum içinde yer edinebilmemi teşvik eden bir anne babaya ve aileye sahip olduğum için kendimi şanslı görmekteyim. Engelli bireylerin karşı karşıya kaldıkları toplumsal çaptaki ön yargılar ve manevi, mimari gibi türlü duyarsızlıklar sonucunda toplumla entegre olabilme şansına erişememiş olması sorunlarımızın kökenini oluşturuyor diyebilirim. Ben yapı itibariyle realist biriyim. Başta eğitim sistemi ve toplumsal algıda pozitif anlamda bir değişim olmadığı sürece engelli birey yaşamlarının yer yer aşılamayacak sorunlarla bezeli olduğunu görüyor ve vurgulama gereği duyuyorum. Biz engelli bireylerin toplumla entegrasyonunun önündeki önemli engel nedenlerinden bir diğeri de sosyoekonomik sebeplere dayanan olanaksızlıklardır. Sosyal devlet anlayışının kağıt üzerinde kaldığı ülkemiz yaşamında yasalar kapsamında yeterli ya da neredeyse hiç düzeyinde sosyal yardım alabilen engelli bireylerin toplumsal yaşama katılımını beklemek ayakları yere basmayan, hamaset içeren bir bakış açısı içermektedir. Çalışabilecek engelli bireylerin iş yoluyla, çalışamayacak durumdakilerin de sosyal devlet katkısıyla sahip olabilecekleri sosyoekonomik güce erişemedikleri sürece sosyal yaşama entegre olabilme sürecinde cesaretli adımlar atabilmelerini beklemek ne yazık ki çok da mümkün değildir. Bu bağlamda meseleye “sevgi her engeli aşar” gibi hamaset içerikli, demagojik soyut sloganlarla yaklaşılması geçmişten günümüze somut anlamda bir şeyleri değiştirmediği gibi bundan sonrasında da değiştirebilmesini mümkün görmemekteyim. Sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyorsunuz, çeşitli STK’lar ile birlikte güzel işler yapıyorsunuz. Önümüzdeki süreçte bununla alakalı nasıl planlarınız var? Gerek STK’lar olsun, gerekse fotoğraf alanında önümüzdeki süreçte nasıl planlarınız var? Yaklaşık 5 yıldır TOG, Üniversiteler, vakıf ve dernekler bünyesinde gerçekleştirilen “Yaşayan Kütüphane” projelerinde fiziksel engelli kitap olarak yer almaktayım. Dünyada ilk olarak Danimarka’da şiddeti durdurun isimli bir gençlik örgütü tarafından belli kurallar kapsamında organize edilmeye başlanan bu projede kitap olarak sıklıkla kendilerine karşı önyargı beslenen gruplardan ve sistematik bir şekilde ayrımcılık ve sosyal dışlanmaya maruz kalan gruplardan, yaşamakta olduğu duruma hakim, görüşmeler sırasında yöneltilecek sorulara ikna edici, kapsamlı cevaplar verebilecek yetkinlikte kişiler yer almaktadır. Toplumsal ön yargıların giderilmesine yönelik son derece etkili pozitif sonuçlar yaratabilen bu projenin yeni uygulamalarında bulunmaya devam edeceğimi umuyorum. Yer aldığım bir diğer projeyse erişilebilir bir kent idealiyle yola çıkan ekip arkadaşlarımla organize edilen engelli engelsiz bireylerle gerçekleştirilen rehberli gezi turları düzenlemek, talepte bulunan şirket, okul, kurum veya işletmelere erişilebilirlik standartları ve bunların kent içerisinde bürokratik yollarla sağlanması süreciyle ilgili eğitimler sunan İstanbul’a Çık! inisiyatifi. Bireysel olarak yürüttüğüm ve zaman içerisinde fark edilmeye başlanan fotoğraf çalışmalarım şimdiye dek bazı üniversite yayınları, bu alanda çalışmalar yürüten öğretim üyelerinin kitapları, şirket projeleri, takvimler ve karma sergilerde yer aldı. Kent hallerini, şehri oluşturan yapıları, insanı ve sosyal yaşamla alakalı bir anı görsel anlamda belgelemek olarak gördüğüm fotoğraf çekimlerimi ulaşılabilir yaşam koşullarına sahip olduğum ve bu koşulları geliştirmeyi başarabildiğim sürece devam etmeyi düşünüyorum. Ve, anı sahip olunan estetik algılar çerçevesinde görüp belgeleyen her fotoğraf sevdalısı gibi ben de, farklı temalarda oluşturmaya devam ettiğim fotoğraflarımdan oluşacak sergiler açabilmeyi umuyorum.  Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Röportajın içeriği engellilik ve fotoğraf üzerine ise bu konularda iki çift cümle kurmadan sohbetimizi bitirmeyelim. Negatif algının kolayca oluşup yayıldığı, pozitif anlamdaki değişimlerin çok az ve uzun vadelerde oluşup, gerçekleştiği bir coğrafyada yaşamaktayız. İbn-i Haldun’un iki kelimeyle çok şey anlattığı “coğrafya kaderdir” sözünün doğruluğunun gözlemlerle kanıtlandığı hayatların var olduğu bu diyarda yaşamak durumunda kaldığımız yoğun ve yıpratıcı olumsuzluklara rağmen, geleceğe dönük anlamlı üretimler bırakabilmek adına elimizden ardımıza bırakmama inadı içerisinde olmaktan elimizden geldiği sürece vaz geçmememiz gerektiğine ilişkin inancımı vurgulamak istiyorum. Çalışmalarım ve düşüncelerime gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ediyorum. (Türkan ÇATAL)  

Editör: TE Bilisim