Esasında Makine Mühendisi olan ama çocukluğundan bu yana müzikle içli dışlı olan müzisyen, bestekar ve birçok müzik aletini çalan Erdoğan Tozoğlu ile müzik ve yaşamı üzerine çok keyifli bir sohbet yaptık. 4 yaşında iken müzik aleti çalmaya başlayan Tozoğlu, ilerleyen zamanlarda çok iyi hocalardan nota öğrenerek müzik hayatını geliştirmiş. Gündüzleri mühendis, akşamları müzisyen olduğunu söyleyen Tozoğlu, mesleğinden dolayı Türkiye’nin birçok yerinde görev yapmış. Görev yaptığı yerlerde ise korolar kurarak Türk Müziğini insanlara öğretmiş. Türk Müziğinin inanılmaz bir cevher olduğunu ne yazık ki kıymetinin bilinmediğine dikkat çeken Erdoğan Tozoğlu, yıllarca ücret almadan korolar kurarak insanlara Türk Müziğini öğrettiğini ve bu kültürün yaşaması için de elinden geleni yapmaya devam edeceğini ifade ediyor. Erdoğan Tozoğlu ile sohbetimizin ayrıntıları haberin devamında… Erdoğan Tozoğlu öncelikle okurlarımıza kendinizi anlatabilir misiniz? Erdoğan Tozoğlu kimdir? Konya’nın Ereğli ilçesinde doğdum, müzik ortamında büyüdüm. Çok küçükken büyüklerim tarafından müziğe olan merakım fark edilmiş ve bana gerekli imkanlar sağlanmış. 4 yaşında oyuncak olan kanun sazımla müziğe başladım. İlkokul 4. sınıfta hocam sınıfta elindeki bağlamayı göstererek bunu çalmayı bilen var mı dedi? Ben bildiğimi söyledim ve çalmaya başladım. Tabi hocam o zaman hayran kaldı ve sonra bana nota öğretti. İlkokulu bitirince Ereğli merkeze geldik. İlkokul hocam da Ereğli’nin müzik öğretmeniydi.  Ereğli’de de hep müzikle iç içe oldum. Örneğin babamın arkadaşı Mustafa Seyran bana makamlı Türk Müziği öğretti. Mustafa Seyran 1973 yılında trafik kazasında öldü ve bu beni çöke etkiledi. Sonrasında kendimi derslerime verdim ve Gazi Üniversitesinde Makine Mühendisliğine başladım. Yurtta kalıyordum o ara ve bir gün yurda girdiğimde bir ud sesi ile karşılaştım. Udun sesine doğru gittikçe çalan kişiyi buldum ve yanında da birisi vardı. Yanındaki kişi ile sohbet etmeye başladık ve ben kendisine çaldığım çalgıları anlattım, Mustafa Seyran’ın öğrencisi olduğumu söyledim. Karşılaştığım kişi meğerse Ankara Radyosunun solisti Necdet Tokatlıoğlu imiş. O dönem kendisine ulaşılması zor olan isimlerden birisi. Ud çalan kişi ise Ali Şenozan isimli müzisyenmiş. Necdet Tokatlıoğlu hayatınızı değiştiren isimlerden o halde… Aynen öyle oldu. Necdet Hoca ile tanıştıktan sonra ben tekrar müzik hayatına döndüm ve kendisinden ders almaya başladım. Kendisi beni İstanbul’da Alaattin Yavaşça hocama gönderdi. Ondan da kompozisyon yani beste dersi aldım, tabi bir yandan da mühendislik okuyorum. Mühendisliği bitirdikten sonra ODTÜ’de yüksek lisansa başladım. Okulu bitirdiğim andan itibaren de hemen özel sektörde işe başladım. En son İskenderun Demir Çelik Fabrikasında müdürlük yaptıktan sonra emekliliğe ayrıldım ve bu esnada da Türkiye’nin her yerini gezmiş durumdaydım. Mühendislik yaparken müziğe de devam ediyor muydunuz? Mühendis olarak çalışıyorken gittiğim yerlerde de Türk Müziği koroları kurdum. Vakit olduğunca da korolarla ilgilendim. Kurduğum koro sayısını artık ben de hatırlamıyorum. Emekli olup, Ankara’ya döndükten sonra da müzik hayatıma devam ettim. Makine Mühendisleri Odası’nda Türk Müziği korosu kurdum. Kurduğum koro hala müzik çalışmalarına devam ediyor. Bu arada boş durmadım tabi. Ben Türk Müziği ile uğraşanların Türk Edebiyatı hakkında da bilgilere sahip olmaları gerektiğine inanıyorum. Hem diksiyon düzgün olmalı, hem de her bir kelimenin, deyimlerin manasının bilinmesi gerekiyor. Bir şarkı icra edilirken her kelimesi düzgün telaffuz edilerek verilmek istenen mana tam olarak ortaya konmalıdır. Böylelikle edebiyatla da direkt uğraşmış olduk. Türk Müziği diye bir kavram kullanıyorsunuz ve TSM ya da THM gibi bir ayrım yapmıyorsunuz? Bunun nedenini öğrenebilir miyiz? Farabi gibi Türk Müziğini bize armağan eden ustalarımız Türk Sanat Müziği ya da Türk Halk Müziği gibi bir ayrım yapmamışlardı. Türk Müziğinin kökeni Orta Asya’dır ama gelişimini Hint, İran, Arap, Yunan, Romanların müziğine de borçludur. Türk Müziğinin bir özü vardır, ama süslenip gelişmesi diğer müziklerle birlikte olmuştur. Farabi’nin bizim enstrümanlarımızı ayırması ile Türk Müziği de kendi içerisinde gelişmeye başladı. Normalde bağlama ile çalınan bir türkü de nota dizilişine garip deniliyor. Bu utla, kanunla çalınıyorsa bunun adı hicaz oluyor. Bütün makamların halk müziğinde uygulanışı var. Eğer perdesiz bir saz çalınırsa çok daha geniş kullanılır. Bu nedenle keman, mey, klarnet daha verimlidir ve ara seslerin hepsini elde etmek mümkündür. Ben bundan dolayı ud çalıyorum. Sebebi ise bütün sesleri alabiliyor olmasıdır. Bir bakıma da gitar ile ut aynı prensibe dayanır. Gitarda perdeler olduğu için ara sesler alınmaz.  İşte bütün buna bakıldığında TSM ile THM arasında böyle küçücük bir ayrımdan başka da bir şey yoktur. 1950’li yıllarda TRT radyosundaki ustalar TSM ve THM gibi bir ayrım olmasına karar vermişler ve hala bu şekilde gidiyor. Böyle bir ayrımın olmadığı bilimsel anlamda kabul edildi ama kelimeler notaların üzerine böyle yazılmış ve TRT’de de yıllarca bunu böyle kabul etmiş, o yüzden böyle gidiyor. Ama ben böyle bir ayrımı kabul etmiyorum ve Türk Müziği diyorum. Yıllardır Türk Müziğinin içerisindesiniz ve icra ediyorsunuz. Türk Müziğini bu kadar yakından takip eden birisi olarak sizce müzikte ne gibi değişimler oldu? Her şeyden önemlisi üretebiliyor muyuz? Türk Müziği neoklasik dediğimiz dönemde zirveye ulaşmış. En güzel şekilde başarılar elde edilmiş, Türk Müziği denilen bir okyanus olduğu anlaşılmış. Cumhuriyet döneminde biraz popülizme kayılmış ve biraz basitleştirilmiş. Tabi bunun da içende çeşitli nedenler var. Bunlardan en önemlisi ise batıyı örnek alalım derken Türk müziğini yasaklamışız. O dönemler THM’nin notası olur mu diye söylemler bile varmış. Halbuki sırf Hacı Taşan’ı düşünecek olursak Türk Müziği için literatür olacak kalitededir. Üretmeye devam ediyoruz ama ne yazık ki hep birbirinin kopyası olarak ilerliyor. Üretme işi ise Saadettin Kaynak, Selahattin Tınar’ın döneminden sonra yani cumhuriyetin ilk dönemlerinden sonra bitmiş vaziyette. Şuan üretiliyor ama hep kopya olarak üretiliyor. Yeni bir şey geliştirmiyoruz. Söz ne ise söze uygun melodi yapılarak müzikte hep kopya ile ilerliyoruz. Yıldız Teknik Üniversitesi Vakfında koro çalıştırıyorsunuz şuan. Biraz da koro çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Öncelikle şunu söylemek isterim ki ben müzikten hiç para kazanmadım, kazanmayı da düşünmedim. Bütün uğraşımız Türk Müziğini yaymak adına. Türk Müziği ise insanlara öğretilerek, onlara söyleterek yayılabilir. Türk Müziği yaşasın istiyoruz. Arabesk, pop gibi ne olduğu bilinmeyen, geleceği olmayan müzikler var. Meydan bunlara kalsın istemiyorum. Kendi kültürümüzü yaşatmak adına çalışıyorum, korolar hazırlıyorum. Bizim Türk Müziğimiz örneğin Amerikalıların olsaydı şuan Amerika her yerde bu müziği zorunlu olarak herkese dinletiyor olacaktı. Biz de bu amaçla 14 yıldır Yıldız Teknik Üniversitesi Vakfında koro çalışması yapıyoruz. Konserlerimiz de oluyor. Konserlerimizi TRT Müzik’in bile canlı yayınladığı olmuştur. Aynı zamanda enstrüman da öğretiyorum. Bununla birlikte beste yapmak hakkında da bilgiler veriyorum. Son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Türk Müziği inanılmaz bir cevher ama ne yazık ki kıymetini bilemiyoruz. Halkımızı da bazen anlayamıyorum. Örneğin udu sadece Arap enstrümanı olarak görenler bile var. Birçok müzik aleti bizim kaç bin yıllık eserlerimiz. Türk Müziğini hor görüyorlar. Görmesinler, müziğimizi, kültürümüzü, değerlerimizi öğrenmeye çalışsınlar. Öğrenmekle de kalmasınlar yeni nesillere de aktarılması için çaba sarf etsinler. Size de Türk Müziği ile ilgili bir görüşme yaptığınız için çok teşekkür ediyorum. (Türkan ÇATAL YILDIZ)

Editör: TE Bilisim