Evrensel tüketici hakları, 9 Haziran 1985 yılında Türk delegasyonunun da bulunduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul görmüştür. 22 Kasım 2015 tarihinde ise Genel Kurul’da evrensel tüketici haklarının kapsamı ile üye devletlerin ve firmaların sorumlulukları daha da geliştirilmiş ve ayrıntılandırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının “Tüketicilerin Korunması” başlıklı 172. maddesinde, “Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirleri alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder.” denilmektedir. Bununla birlikte, Anayasa’da yer alan;
  • “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5. maddesi,
  • “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56. maddesi,
  • “Vergi adaleti” başlıklı 73. maddesi,
  • “Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey” başlıklı 166. maddesi,
  • “Piyasaların denetimi ve dış ticaretin düzenlenmesi” başlıklı 167. maddesi,
  • “Kooperatifçiliğin geliştirilmesi” başlıklı 171. maddesi,
tüketicileri ve tüketici haklarını ilgilendirmektedir. Bugün yürürlükte olan 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un amaç maddesi şöyledir: Bu Kanunun amacı; kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul görmüş evrensel tüketici hakları ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sında yer alan hükümler ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un amaç maddesi ile ülkemizdeki uygulamaları ve tüketicilerin yaşadığı sorunları karşılaştırdığımızda büyük bir çelişkinin varlığını görürüz. Evrensel tüketici haklarından olan temel gereksinimlerin karşılanması hakkı gereğince, tüketicilerin büyük çoğunluğunun beslenme, barınma, giyinme, ulaşım, iletişim gibi temel gereksinimlerine erişimleri ya da bu gereksinimlerini karşılayabilmeleri olanaklı değildir. Bir örnekle soruna açıklık getirelim: Türk-İş’in Ağustos 2018 ayındaki araştırmasına göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1812 TL’dir. Yani, 4 kişilik bir ailenin yalnızca yeterli ve dengeli beslenebilmesi için Ağustos 2018 ayında 1812TL gerekliydi. Eğer, 4 kişilik aile bütçesi bu miktarın altında ise aile, açlık sınırının altında yaşıyor demektir. Ağustos 2018’de ailenin beslenme gideri ile birlikte, diğer giderlerini karşılayabilmesi için 5904 TL gereklidir. Bu miktar, 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırıdır. Aile bütçesi, bu miktarın altında ise aile, yoksulluk sınırının altında yaşıyor demektir. Bugün itibariyle, eşi çalışmayan 2 çocuklu bir asgari ücretlinin eline 1679 TL geçmektedir. Yani, bu durumdaki asgari ücretliler açlık sınırının altında yaşıyor. TÜİK’in yüzde onluk gruplar itibariyle yıllık hane halkı kullanılabilir gelir dağılımı ile Türk-İş’in açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarını karşılaştırdığımızda; halkın yüzde 20 dolayında kesiminin açlık sınırının altında, yüzde altmıştan çoğunun ise yoksulluk sınırının altında olduğu görülmektedir. Açlık ve yoksulluk sınırının altında geliri olan kalabalık ailelerin yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenebilmeleri olanaklı değildir. Bu aileler, beslenme giderlerinden keserek; su, elektrik, ulaşım, eğitim, iletişim, çocuklarının eğitim ve okul giderleri, kira, giyim ve diğer giderlerini karşılamak zorunda kalmaktadırlar. Açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan tüketicilerin belini büken diğer önemli bir haksızlık ve adaletsizlik de ödemiş oldukları dolaylı vergilerin çok yüksek olmasıdır. Genel olarak mal ve hizmetlerden alınan, haksız vergi olarak adlandırılan ve tüketici vergisi de denilen dolaylı vergilerde Türkiye dünyada ilk üç arasındadır. Türkiye Cumhuriyeti bütçesini oluşturan vergilerin %70 dolayındaki kısmını dolaylı vergiler oluşturmaktadır. Bu oran, Avrupa Birliği ülkelerinde %35 dolayındadır. Aynı zamanda, doğrudan ve dolaylı vergi kaçağının da en yüksek olduğu ülkelerin başında gelmekteyiz. Kısaca, çok kazanandan, vergi kaçırandan alınmayan vergiler tüketilen mal ve hizmetler ile bordro mahkûmu da denilen çalışan emekçilerin ücretlerinden alınmaktadır. Böyle olunca,  açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan tüketicilerin satın alma güçleri düşürülmekte ve büyük sıkıntı altında kalmaktadırlar. Kamu ya da özel firmaların ürettiği ve tüketicilerin satın alıp kullandıkları çeşitli mal ve hizmetlerde sağlık ve güvenlik haklarına birçok yönden aykırılık ve uygunsuzluk bulunmaktadır. Bu aykırılıklara ve uygunsuzluklara gıda, su, ulaşım hizmeti, giyim, elektrik-elektronik cihazlar, kozmetikler, çocuk oyuncakları, asansörler ve diğer mallar için birçok örnek verilebilir. Mal ve hizmetlerin özellikleri,  kullanım ve bakım koşulları ile tehlikeleri ve riskleri konusunda tüketicilerin doğru ve eksiksiz olarak bilgilenme haklarının gerekleri tam olarak yerine getirilmemektedir. Hatta, tam tersi, medya kuruluşlarında yayımlanan reklamların önemli bir kısmı aldatıcı, yanıltıcı ve istismar edicidir. Özellikle de derneğimizin karşı çıkmasına rağmen çocuklar reklam aracı olarak kullanılmakta ve istismar edilmektedirler. Tüketicilerin kendilerini ilgilendiren konular ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yapmış oldukları yasal düzenlemelerde tüketicilerin temsil edilme haklarına uygun olarak temsil edildiklerini söyleyemeyiz. Böyle olunca da, tüketici haklarına aykırı ve eksik birçok yasal düzenleme yapılmış ve yapılmaktadır.  
Editör: TE Bilisim