Küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği, bugün dünyamızın ve insanlığın en önemli sorunlarından birisi duruma gelmiştir. Bu sorunun belirleyici nedeni olarak, kömür-petrol ve doğal gaz gibi fosil enerji kaynaklarına dayalı üretim - tüketim modelleri ve uygulamaları olduğu belirtilmektedir. Küresel ısınma ve küresel iklim değişikliğinin doğa ve insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinin artması üzerine, 1992 yılında Rio Çevre ve Kalkınma Konferansında İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) elli ülke tarafından onaylanmış ve sözleşme 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Birleşmiş Milletler öncülüğünde imzalanan bu sözleşmeye taraf olan ülke sayısı 197’dir. Türkiye, bu Sözleşmeye 24 Mayıs 2004 tarihinde taraf olmuştur. Sözleşmenin nihai amacı, atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki insan kaynaklı tehlikeli etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmaktır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine yönelik Kyoto Protokolü ise 16 Mart 1998’de Newyork’ta imzaya açılmıştır. Protokol, 8 yıl sonra, 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, 5 Şubat 2009 tarihinde Kyoto Protokolüne katılmıştır. Protokole 191 ülke ve AB taraftır. Kyoto Protokolünün amacı; atmosferde bulunan sera gazlarının iklimlere etki etmesinin engellenmesi, en aza indirilmesi ile birlikte iklim değişikliğinin azaltılması ve mevsimlerin doğal seyrinde ilerlemesinin sağlanmasıdır. Protokolün hedefi ise, sera gazı emisyonazaltımı/sınırlandırılması yükümlülüklerini üstlenen ülkelerin sera gazı emisyonlarının toplamının, 2008-2012 yılları arasındaki birinci taahhüt döneminde, 1990 yılındaki seviyenin %5 altına düşürülmesidir. Ülkeler arasındaki yukarıda belirtilen söz konusu sözleşme ve protokollere başta ABD olmak üzere ülkelerin büyük bir çoğunluğu uymamıştır. Tam tersine, bir takım finans kuruluşları aracılığı ile karbon ticareti yapılarak bu sözleşme ve protokolü ve diğer ilgili kararları bir ticari araç olarak kullanmışlardır. Bununla birlikte, fosil kaynak üretimini ve ticaretini yapan kapitalist-emperyalist enerji şirketleri karbondioksit emisyonunun azaltılmasına değil, daha da artmasına neden olmuşlardır. 2012 yılında Rio’da yapılan Rio+20 toplantısında, son yıllardaki küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliğinin afetleri arttırıcı etkide bulunduğuna dikkat çekildi. 1992’den 2012 yılına kadar geçen sürede, dünyada meydana gelen sel, kuraklık, fırtına, deprem, aşırı sıcaklar, toprak kayması, orman yangını ve volkan gibi doğal afetlerden toplam 4.4 milyar insanın etkilendiği, 2 trilyon dolar dolayında bir zararın oluştuğu vurgulandı. Doğal afetler sonrasında 1.3 milyon insanın yaşamını kaybettiği belirtilmiştir. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (İPCC) 2013 yılı raporu, son 42 yılda Türkiye’de sıcaklığın tüm bölgelerde arttığını, 1950’den günümüze dağ buzullarında 10 metrelik geri çekilme gözlemlendiğini, ülkenin üç tarafını çevreleyen denizlerin düzeyinin çıplak gözle hissedilemeyecek yavaşlıkta yükseldiğini ve doğal afetlerin sıcaklık artışı ile doğrudan bir seyir izlediğini göstermektedir. Raporda, Türkiye’nin eklim değişikliğinden en çok etkilenecek kırılgan bir jeo-stratejik konumda olduğu belirtilmektedir. Eğer,mevcut emisyon oranları kontrol altına alınmazsa, denizlerin düzeyi 2050 yılına kadar 0.3 – 0.5 metre, 2100 yılına kadar ise 1 metre yükselecektir. Böyle bir gelişme, üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’deki ve dünyadaki tarım alanlarının büyük kısmının kullanılamaz duruma gelmesine neden olacaktır. Isınmaya bağlı olağan dışı gelişmeler, üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu’nun önemli bir kısmının tuzlu deniz suyu altında kalacağı anlamına gelmektedir. Bu durum ve gelişmelerin, bulaşıcı hastalıkların yayılma oranının da yükselmesine neden olduğu belirtilmiştir. Raporda; Avrupa ve Ortadoğu bölgesinde aşırı hava olaylarından en çok etkilenen ülkeler listesinde Türkiye’nin 3.sıralarda bulunduğu vurgulanmıştır.
Editör: TE Bilisim