Babil Kulesi Tevrat‘ta, Kur’an’da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, Tanrı’ya ulaşmak için inşa edilen kuledir. Eski Ahit’e göre, bir zamanlar dünyadaki bütün insanların tek bir dil konuştuğu bir dönem vardı. Bu, insanları birleştirmiş ve işbirliğini öylesine kolaylaştırmıştı ki imkânsız gibi görünen bir şeyi gerçekleştirmek için ortak bir işe kalkışmışlardı: Babil kentinde o denli yüksek bir kule yapacaklardı ki cennete bu kule yardımıyla erişmeleri mümkün olacaktı. Ama öyle olmadı. Kule, birden fazla kez yıkıldı. İnsanların dilleri de farklılaştı. Aradan binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ anlaşılmaz sözler söyleyip duruyoruz. Dilbilimcilere göre günümüz dünyasında, yaklaşık 1500 farklı dil konuşuluyor. Dünyadaki uyum ve beraberliğin bu denli kısıtlı oluşunun tek sorumlusunun farklı diller olduğu söylenemese de daha fazla işbirliğinin yaşanmasını engellediği söylenebilir. Birleşmiş Milletler’deki duruma bir bakalım. Birleşmiş Milletler örgütlenmesi için ilk adımların atıldığı 1940’lı yıllarda yetkililer, tüm diplomatların tek bir dil kullanmasını önermişlerdi. Bu sınırlama hem görüşmeleri kolaylaştıracak hem de küresel uyumu simgeleyecekti. Ancak kendi dilsel kimliklerinden vazgeçmeye istekli olmayan üye ülkelerin buna karşı çıkması üzerine bir uzlaşma olanağı da ortadan kalktı. Günümüzde Birleşmiş Milletler’deki temsilcilerin şu beş dilden birini kullanmasına izin verilmektedir: Çince, İngilizce, Rusça, İspanyolca veya Fransızca. Yıllar boyunca, küresel bir dil geliştirip, bunu yaygınlaştırmak amacıyla üç yüzden fazla girişimde bulunuldu. Bunlardan en ünlüsü Polonyalı göz doktoru L. L. Zamenhof’un 1887’deki girişimiydi. Esperanto adıyla bilinen yarattığı yapay dil, günümüzde 22 ülkede 100.000’i aşkın kişi tarafından konuşulmaktadır. Ancak kusursuz bir biçimde konuşan insanların sayısının milyonları bulması ve bu insanların çabalarının tarihsel sonuçları göz önüne alındığında, matematiğin şimdiye dek konuşulmuş en başarılı küresel dil olduğu söylenebilir. Bize bir Babil Kulesi yapma olanağı vermese de bir zamanlar en az onun kadar imkânsız görünen başarılar elde etmemizi sağlamıştır: Elektrik, uçaklar, nükleer bomba, insanoğlunun Ay’a ayak basması ve yaşam ile ölümün niteliğini anlama, bu başarılara örnek olarak verilebilir. Bugün de tam bu noktada bir kitap önereceğim. Michael Guillen’in TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasından çıkan “Dünyayı Değiştiren Beş Denklem” kitabı da dünyayı sarsan bu başarılara eriştiren denklemlerin keşfedilişini anlatıyor. Guillen, “Matematik dilinde denklemler şiire benzer: Eşsiz bir doğrulukla gerçekleri dile getirir ve oldukça kısa ifadelerle ciltler dolusu bilgiyi aktarır. Matematik dilini bilmeyenler içinse çoğu kez anlaşılmaları zordur. Tıpkı şiirin içimizi derinlemesine görmemize yardımcı olması gibi, matematiğin şiirselliği de çok ötesini görmemize yardımcı olur” diyor. Michael Guillen’in bu kitabı, bir önceki kitabı, “Sonsuzluğa Uzanan Köprüler: Matematiğin İnsani Yönü”nün bir ürünü değil, daha da gelişmiş bir devamı. Guillen “Köprüler” kitabını, matematikçilerin nasıl düşündükleri ve hangi konulara kafa yordukları konusunda okura bir fikir verebilmek amacıyla yazmıştı. Ayrıca matematikçilerin kendilerini ifade edebilmek için kullandıkları dili de -sayıları, sembolleri ve mantığı- açıklamaya çalışmıştı. Enteresandır, bütün bunları okuru, bir tane denklemle bile karşı karşıya bırakmadan yapmıştı. Köprüler, matematik fobisine yakalanmış ve kendilerini sürekli olarak endişelendiren bir konuda yazılmış bir kitabı alacak cesarete veya meraka sahip bulunmayan kimselere sunulmuş tadı hoş bir ilaç gibiydi. Kısacası, Sonsuzluğa Uzanan Köprüler, kolayca yutulacak şekilde tasarlanmış matematiğe ilişkin bir okur-yazarlık hapıydı. “Dünyayı Değiştiren Beş Denklem” ise dönüm noktası niteliğindeki önemli başarıların, yani günlük yaşamımızı kalıcı bir biçimde değiştiren denklemlerin matematiksel kaynağını ele alıyor. Değiştirilmemiş, ilk hallerindeki bu beş olağanüstü denklemle insanlara rahat ve kolay bir şekilde tanışma imkânı veren daha yüksek dozda bir matematik hapı sunduğu söylenebilir. Okurlar, kendi başlarına denklemlerin ne anlama geldiğini kavrayabilecek ve onların matematiksel olmayan ve kaçınılmaz olarak yetersiz kalan açıklamalarıyla yetinmeyecekler. Ayrıca her bir denklemin nasıl türetildiğini de keşfedecekler. Peki, bu, neden bu kadar önemli? Çünkü Robert Louis Stevenson’un söylediği gibi, “Egzotik bir yere yolculuk yaparken o yere varmak alınacak zevkin yarısıdır.” Bu kitaba şöyle bir göz atan ama matematik bilmeyen okur, ürküp kaçmayacak emin olabilirsiniz. Çünkü bu beş denklem her ne kadar soyut görünse de sonuçları kesinlikle öyle değil. Kitaptaki her hikâye, beş bölümden oluşuyor. Giriş bölümünde, okuru daha sonra anlatılacaklara hazırlamak için kahramanların başından geçen çarpıcı bir olay yer alıyor. Daha sonra Veni, Vidi ve Vici diye adlandırılan üç bölüm geliyor. Latince, “Geldim, Gördüm, Yendim” anlamına gelen bu sözcükleri, Sezar’ın, Bosporos Kralı Pharnaces’i yendikten sonra söylediği anlatılır. Michael Guillen, bu kitabı yazmaya hazırlanırken düzinelerce denklem arasından, yalnızca dünyamızı gelinen bu noktada ne ölçüde değiştirdiklerine bakarak, beş denklem seçmiş. Ancak şimdi, bu denklemlerin hikâyelerinin okura, 17. yüzyıldan günümüze değin bilim ve toplumla ilgili kesintisiz bir tarihsel kayıt sunacak biçimde bir araya geldikleri görülüyor. Söz konusu dönemin tarihte can alıcı bir yeri var. Bilimsel açıdan bu dönem, Bilimsel Devrim diye adlandırılan çağın başından Akıl, Aydınlanma, İdeoloji ve Analiz çağlarına kadar uzanıyor. Bu dönemde bilim, geçmiş zamanlardan kalma beş elementin her birinin, yani Toprak, Su, Ateş, Hava ve Esir’in gizemini çözmüştür. Bu beş hikâyede, içe dönük bir genç olan Isaac Newton’un bir meyve ağacının altında sakin sakin oturduğu andan, tam tersine dışa dönük bir kişiliğe sahip olan genç Albert Einstein’ın İsviçre Alplerine tırmanırken neredeyse yaşamını yitirmek üzere olduğu ana kadar bilimin, o meşhur elmadan, kötü şöhretli atom bombasına doğru yaptığı yolculuğu görüyoruz. Başka bir deyişle aynı zamanda, bir ışık ve umut kaynağı olan bilim insanından bir karanlık ve dehşet kaynağı haline gelişine de tanık oluyoruz.

Editör: TE Bilisim