İçinde bulunduğumuz evrenin kanseri olarak tanımlıyorum tahammülsüzleşmeyi. Çevremize yabancılaştığımız yetmiyor, kendimize de yabancılaşıyoruz. Okuyucularım bilir önceki yazılarımdan tükettikçe tükeniyoruz. Robotlaşıyoruz adeta. Uyan, işe git, eve gel tekrar uyu…Bu kısır döngü elbette ki yıllardır var değişen tek şey kendini günden güne daha da hissettiren rekabet. Birbirinin üstüne basarak yükselen insanlar, sürekli bir yarış hali. Daha çok kazanma isteği, kazandıkça artan doyumsuzluk hazzı. Hiçbir zaman birilerinin üstüne basıp yola öyle devam edenlerden olmadım. Biliyorum ki başkasının üstüne basıp yükseldiğin gibi inişin de öyle sert öyle vurucu olur. Eskiden tahammülsüzlüklerimiz büyük ve derin olaylara yavaş yavaş gelişirdi. Şimdi en ufak şeye dahi tahammülümüz yok. Atm’de sıra beklerken önümüzdeki kişinin işinin biraz uzamasına, önümüzde yavaş yavaş yürüyen insana, metrodan inen bireyin yavaşlığına, ekmek kuyruğunda beklenen sıraya ve daha saymakla bitiremeyeceğim nicelerine. En önemlisi de düşünen ve üreten insana tahammülümüz yok. Bilime yok, sanata yok, yeniliklere yok tüm bunların sonucu olarak da haliyle kendimize tahammülümüz yok. Bu yüzden her zaman gergin her zaman huzursuz her zaman mutsuzuz. Her zaman yetişmemiz gereken bir yer var, her zaman bir koşturmacamız ve daima hayatla adını sanını koyamadığımız bir yarışımız var. Bedenen diri ve zinde olsak da ruhen sıfırlanma noktasındayız. Okula, işe yetişmek için hızlı hızlı yenilen yemekler, alelacele atılan adımlar gözler kör, kulaklar sağır. Ne yediğimiz yemekten, ne içtiğimiz sudan, ne geçtiğimiz yoldan keyif alıyoruz. Görevini yapmak için koştururken o yolda duyduğun güzel müziğin yanında durup beş dakika dinlesen ve hiçbir şey düşünmesen ne kaybedersin? İş çıkışı güzel havanın tadına varıp, bir bankta oturup sokağın uğultusuna karışsan, tüm stresini, sıkıntını, üstünde yarattığın baskıyı bir kenara bırakıp bir çocuğun başını okşasan, vaktinden sadece 2 dakikanı çalıp bir hayvanın tok karnı, sevgi dolu bakışı olsan ne kaybedersin? Kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlaradır bu sözüm: ‘’ Cahit Zarifoğlu, bir gün pankreas kanseri olduğunu öğrenir. Günden güne erir, bir süre sonra yatak şairin meskeni olur. Ölümünün yaklaşmasının verdiği hüzünle ona refakat eden Erdem Bayazıt’ın elinden tutar bir gün ‘’Erdem’’ der; ’Kırlarda çiçekler artık bensiz açacak’

Editör: TE Bilisim