“Bir gün, bir uzak yerde, yol uğrağı, bir adamcağıza rasgelirsiniz; orta halli bir adamcağız… Tanışır, konuşur, ayrılır, gidersiniz. Fikrinizde bıraktığı iz hastalıklıya benzeyen solgun yüzü, çürük dişleri, oldukça düşkün kıyafeti, bezginliğidir. Bir müddet sonra onları da unutursunuz. Böyle hiçten tanışmalar karşısında zihnimiz lastikliğini kaybetmemiş bir hamura benzer: Üstüne dokunan parmak yerleri çarçabuk kabarıp silinen, eski şeklini bulan bir hamur… Fakat bir gün, o adam, birdenbire bir ehemmiyet alır; cevheri meydana çıkar, adı, sanı dünyaları tutar. Varsa o, yoksa o… Bu işe şaşar, kalırsınız. Sade şaşmakla da kalmaz, siz de ehemmiyet vermeye koyulursunuz. Çehresinin hatları zihninizin göğünde tutulmuş bir ayın açılışı gibi nurlanmaya; kaşı gözü, burnu, ağzı belirip kendisini tanıtmaya başlar. Hatta küçük bir böbürlenme duymaktasınız: ‘Benim eski ahbabımdır, dersiniz, beraber epeyce düşüp kalkmıştık!’ İşte bugün Ankara isminin karşısında aynı haldeyim. Öyle bir şaşkınlık, bir övünme içindeyim. Nerede benim Umumi Harp’te üç ay menfam olan Osmanlı hükümeti vilayet merkezi öksüz, yoksul, beti benzi kül Ankara; nerede Türkiye Cumhuriyeti devlet merkezi olan hem vakarlı hem koket gözbebeği Ankara?” (Refik Halid Karay, Ankara 1916) “İlk Şeylerin Sevinci” Her şehrin bir hikâyesi, rengi, dokusu vardır. Ankara’nın da iki hikâyesi, iki rengi, iki dokusu vardır. Biri eski Ankara, diğer ise yeni Ankara… Yeni Ankara, Cumhuriyet’in hülyasıdır. Yeni bir biçim, yeni bir ruh arayan şehirdir. Geçmişi vardır, geleceği de bu geçmiş üzerinde yükselecektir. Şehrin yükselişi, Cumhuriyet Devrimi’nin de yükselişinin göstergesidir. Milli Mücadele’den bitkin, yoksul ama muzaffer çıkan Cumhuriyet, Ankara’nın sütunları üzerinde yükselecektir. Falih Rıfkı, şöyle yazar: “Ankara’da ilk şeylerin hepsinde sevinç ve ümit duyardık. İlk ev, ilk bahçe, ilk elektrik, ilk kabare, ilk kalorifer, ilk apartman hep, her şey medeniyet şehirlerinin her şeyi buraya bizimle beraber geldi. Mebus olduğum sene en mütekâmil teshin usulini merhum Rize Mebusu Rauf’un evinde görmüştüm. Evin bir odasında toplanmıştık. Bir müddet sonra diğer bir odaya geçmek lazım geldi. Rauf iki emektarını çağırıp ‘sobayı odaya götürünüz’ dedi. Sac soba borusu ile sac sobayı bir hamlede öteki odaya geçirdiler. Ve aynı minvar üzerine kurdular. Evin bir tek sobası var ya ve odanın aynı irtifada bir duvar deliği var. Ankara’ya en son gelen (ilk şey) Sıhhiye Vekâleti asansörüdür. Refik Bey şehirde asansör tam olup olmadığını tetkik edecek bir mütehassıs bulamadı…” (Falih Rıfkı Atay, Ankara Mektupları, Milliyet gazetesi, Sayı 752, sene 3, 27 Mart 1928) Sürecek…

Editör: TE Bilisim