Sinan Cömert bisiklet ve gezi tutkunu bir öğretmen. Bisikleti ‘evimizin bulunduğu sokağın dışındaki dünyayı keşfetme ve özgürlük aracımdı’ diye tanımlayan Cömert, yakın zamanda ‘Bin Tanrılı Ülkeye Bisikletle Yolculuk’ isimli bir de kitap çıkarttı. Bisikleti ile birçok yeri gezen ve bunun üzerine bir gezi kitabı hazırlayan Sinan Cömert, gazetemiz Güçlü Anadolu’nun sorularını yanıtladı. Yazın hayatına yeni girmiş biri olarak biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Sinan Cömert kimdir? Farklı coğrafyalardan gelip hayatları İstanbul’da kesişen işçi bir anne-babanın çocuğu olarak İstanbul’da doğup büyüdüm. Kazandığı üç kuruş parayla deli gibi gezmek ve okumak isteyen bir öğretmenim. Gazi Üniversitesi’ni bitirdiğim 2005 yılından bu yana yaşamını idame ettirebilmek için de öğretmenlik yapıyorum. Anlattıklarınız ve yazdıklarınızdan yola çıkarak bir bisiklet tutkunuyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bisikleti hayatınızın neresine koyuyorsunuz? Bu soruya hayatımın çeşitli evreleri için farklı cevaplarım olacak: Çocukken bisiklet evimizin bulunduğu sokak dışındaki dünyayı keşfetme ve özgürlük aracımdı. İlerleyen yaşlarda ulaşım aracım oldu. 8-10  yıldır da İstanbul’un kaotik ortamından bir nebze uzaklaşıp doğaya, tarihe, antik kentlere yolculuğa çıkmamı sağlayan özgürlük aracım. Zaten bisikletin özünde de hangi yaşta olursanız olun bu özgürlük ruhu var. Küçük bir adada ya da kasabada gün, insanın avuçlarının içindedir, oraya sığar. İstanbul gibi büyük bir şehirdeyse balyoz gibi kafasına iner. Pek çok kişinin yaşadığı büyük şehirlerle ilişkisinin nefret ya da aşk gibi uçlarda gezindiğini düşünüyorum. Benim payıma negatif taraf düşüyor ve bisikletin üzerimdeki bu terapi etkisini yadsıyamam. Bisiklet -ülkemizde tam olarak olmasa da- günümüz modern toplumunda oldukça yaygınlaşan bir ulaşım aracı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bundan 10 yıl önceye göre Türkiye’de de -büyük bir ivmeyle olmasa da- yaygınlaşmakta. Örneğin İstanbul’da trafikteki motorlu taşıtlar için hız saatte ortalama 25 km’nin altında. Ve yine bir İstanbullunun trafikte bir yıl içerisinde beklediği süre 170 saatten fazla. Yani bir yılda hayatımızın 7 gününü trafikte kımıldamadan geçiriyoruz. Dolayısıyla İstanbul için bisiklet tüm bu rakamlara baktığımızda en ideal, en iyi ulaşım aracı. Fakat öncelikle insanların daha fazla bisiklete binmesi ve yerel yöneticileri bu konuda zorlaması gerekiyor. Tevfik Fikret edebiyat tarihimizdeki ilk bisiklet şiirini yazdığında, ne gerek var hayatı böyle hızlı yaşamanın demeye getiriyor. Hızlı trenler, jet motorlu uçakların hatta otomobillerin bile olmadığı dünyada bunları söylüyor. Bugünleri görseydi hararetle bisikleti savunurdu eminim. Çünkü bisiklet insan hızında bir araç. Ne azı ne fazlası. Peki var mıdır bisikletle yolculuk yapmanın zorlukları? Tabii ki var ancak hiçbiri üstesinden gelinemeyecek şeyler değil. Önemli olan kendinize bu konuda zaman ayırmanız. Rüzgarlar, rampalar, hava koşulları, beslenme, kalacak yer vs… Bunlar zorluk gibi görünebilir mesela çoğu insan için… Fakat aşılamayacak şeyler değil. Benim için can sıkıcı olan tek şey araç sürücülerinin tavırları. Kara yolunu kullanma hakkının sadece kendilerine mahsus olduğunu sanıyorlar. Zorluklarına, yeterince hızlı ve konforlu olmamasına rağmen neden bisiklet? İnsan tutkuyu nasıl ölçebilir. Metreyle mi, kiloyla mı? Dolayısıyla bu soruya cevap vermek oldukça güç. Milan Kundera “Hız unutturur, yavaşlıksa hatırlatır.” der. Bisiklet her şeyi görmek, hissetmek ve anlamak isteyenlerin tercih edeceği insan hızında bir araç. Bisiklet, insana zaman zaman herkesi ve her şeyi salt hayaletler ya da hayaller olarak görme yetisi sağlıyor. Schopenhauer’e kalsa bu durum felsefe yapma yeteneğinin bir belirtisi. Bisikletçilerin böyle bir tarafı olduğunu düşünürüm hep... Zorluklarına gelirsek, bisiklet aslında biraz da acıdan zevk alma hali -özellikle uzun yol için-. Buradaki acı psikolojik değil tabii. Gücünüzü sonuna kadar zorlamanın ve doğa koşullarına adapte olmaya çalışmanın verdiği acıdan bahsediyorum. Bu zevk, kesinlikle paha biçilemez. Günümüz şehir hayatından bunalan birçok insanın hayalleri arasında artık bisikletle Türkiye ya da dünya turu yapmak var. Ama çoğu zaman da cesaret edemediklerini görüyoruz. Onlara bu konuda önerileriniz neler olacaktır? Bir Bosna atasözü “Seyahatin önündeki tek engel, kapının eşiğidir.” der. Ben de öyle kıtaları aşıp dünya turu yapmış bir bisikletçi olmadığımdan ahkâm kesmem doğru olmaz. Hatta -laf aramızda- benim de hedeflerimden biri bu. Belki bisikletle belki bisikletsiz… Bunun hayalini kurmak bile inanılmaz heyecan verici. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, biliyoruz ki dünya turu yapmak şu kısa hayatta çok az insanın gerçekleştirebileceği olay. Ciddi anlamda zaman ve para gerektiriyor. Zaman kavramı sadece kapitalistler için bir şey ifade etmiyor, biz işçi-emekçi sınıfı ise sürekli çalışmak zorundayız. Ama sorunuzla  ilgili olarak şunu  söyleyebilirim ki, bazen tek yapmak gereken sadece bir adım  atmak oluyor. Ben yazdığım kitapta kendim gibi sıradan, şehirli bir insanın bile; çekinceleri olan, çok zamanı olmayan bir insanın bile kolayca kaçabileceğini göstermek istedim. Bazısı günübirlik, bazısı birkaç günlük turlar olduğu için herkesin yapabileceği rotalar. Onlara önerim, belki bu tür küçük kaçamaklarla yolda olma haline alışıp, daha büyük turlar için hazırlanabilirler. Eminim ki yolun büyüsü onları cesaretlendirecektir. Yol ve yolculuk üzerine anlatılmış bolca hikaye var. Bir de size sorsak… Nedir bu yolda olma, bisikletle yolda olma halinin size kattıkları? Camus “Yolculuk bizi kendimize geri getirir.” der. İşte benim yolculuklarımın da bana kattığı en önemli şeylerden biri bu. Tam anlamıyla varılacak yerin hiçbir öneminin olmayıp sadece yol ve yolda olma haline odaklanarak sürdürmek yolculuğu. İşte o an her şey geride kalıyor… Bir tek siz ve bisikletiniz. Kendimi sağaltmayı, kendimi dinlemeyi, kendimle konuşmayı selenin üstünde öğrendim diyebilirim. Kitabınıza gelirsek… Kısa bir süre önce Paris Yayınları’ndan Bin Tanrılı Ülkeye Bisikletle Yolculuk” isimli bir kitabınız çıktı. Öncelikle neden “Bin Tanrılı Ülkeye Bisikletle Yolculuk”? Kitabınızı eline alan birini neler bekliyor ve onu diğer gezi-bisiklet kitaplarından ayıran yön nedir? Kitabın adına esin kaynağı olan “bin tanrılı ülke yahut il” aslında tam olarak Hititlerin ülkesi Anadolu’dur. Hititler, fethettikleri yerlerdeki insanların da inandığı tanrıları kendi tanrıları kabul etmişler. Böylesi bir emperyal uygulama kabul görmelerini de kolaylaştırmış olmalı. Dolayısıyla inandıkları tanrıların listesi oldukça kabarık. Gezdiğim coğrafyada da Kibele’den Artemis’e, Mithra’dan Apollon’a, İsa’ya, Yehuda’dan Allah’a kadar yüzlerce yıldan bu yana gelen metafizik güçleri görürsünüz. Kitabın adı Hititler’e yakıştırılan bu tanımlamadan gelmekte. Ne anlattığına ve farkına gelirsek... Okullarda önümüze konulan tarih 1453’ten, hadi biraz daha zorlayalım 1071’den öteye gitmiyor. Oysa pek çok uygarlığa binlerce yıl boyunca ev sahipliği yapmış zengin bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Burası insan soyunun tohumlarının atıldığı bir coğrafya. Neolitik dönemden köyler, doğa felsefesinin doğduğu ilk şehir devletleri, tarihi ticaret yolları, Pagan, Hristiyan ve İslam tapınakları… Tüm bunlar, bu zenginliğin birer göstergesi. Dolayısıyla bu kitap salt bir bisiklet kitabı olmanın ötesinde gezerek yaşadığı coğrafyanın zenginliğini fark eden bir insanın mitoloji ve tarihle iç içe seyahat notlarıdır. Yaşamadığı şeyleri yazabilmek türünden yeteneklerim maalesef yok. Dolayısıyla bu kitapla; okuduğum, gördüğüm, bir şekilde temas ettiğim, kıyıda köşede kalmış şeyleri ortaya çıkarmak ve genç bisikletçilere, gezginlere göstermek istedim. Sadece bisikletçilerin diğer yeni yerler keşfetmeye meraklı herkese hitap etmeye çalıştım. Kitap henüz çok yeni ama geri dönüşler ne yönde? Orta yaş üstü insanlar “Tüm buraları gerçekten gezdiniz mi, hem de bisikletle?” diyerek hayretle karşılıyor. Halbuki benden çok daha fazla sayıda yere giden, zorlu rotaları aşan onlarca Türk gezgin var. Bu anlamda özel bir durumum yok. Gençlerdeyse merak duygusu uyandırmak, onları keşfetme konusunda harekete geçirmek mutluluk verici. Hatta eski bir kız öğrencim “Ben de bisikletle tura çıkmak istiyorum ama Türkiye şartlarında çekincelerim var.” diye e-posta atmıştı. Kitabı yazarken birilerinin kafasında “Ben de yapabilirim” düşüncesini oluşturabilmek en büyük amacımdı zaten. Gezi alanındaki çalışmalarınıza devam etmeyi düşünüyor musunuz? Yoksa başka alanlarda yeni planlar, projeler mi bekliyor bizleri? Önümüzdeki yıllarda yapmak istediğim çok fazla rota var. Elbette ki bunların hepsini kitaplaştırmak, hatta bazılarının belgesellerini de çekmek için can atıyorum. Sponsor bulabildiğim takdirde önümüzdeki yaz bisikletle bir Balkan turu yapıp Osmanlı’nın izini sürmek istiyorum. (Türkan ÇATAL)

Editör: TE Bilisim