“Sevgili Anneciğim Bana göre, yarımadada pek çok şey yaşanmasına rağmen, bugüne kadar üç çok önemli olay oldu. Birincisi, tarihin uzun yıllar unutamayacağı çıkarma harekatı. İnsanın bunun değerini, muhteşemliğini ve mucizeviliğini anlayabilmek için çıkarmanın gerçekleştirildiği noktayı mutlaka görmesi gerekir. Elbette bu harekat çok iyi düşünülmüştü. İkincisi ise, geçtiğimiz 11 Mayıs’ta binlerce Türk’ün bizim hatlarımıza yaptığı karşı taarruzdu. Karşılaştırdığımızda bizim kayıplarımız çok azdı, tüm hat boyunca yaklaşık 500 kişi. Çıkarma harekatından bu yana üzerimize böylesine çok sayıda geldikleri ilk ve tek andı. Üçüncüsü ise 6. Takviye kuvvetimizin planladığı ve çok ağır kayıplar verdiği Tekçam taarruzuydu. Belki de bu harekata katılmadığım için çok şanslıyım. Tekçam’da hemen hemen en şiddetli muharebe yaşandı. Tanıdığım o kadar çok dostumu kaybettim ki… 12 Kasım 1915 Gelibolu Lance” Osmanlı tarihinin Birinci Dünya Savaşı'ndaki hem en ‘büyük zaferi’ hem de en dramatik sayfalarından biri olarak kabul edilen Çanakkale Savaşı, deniz ve kara çarpışmaları olmak üzere iki aşamadan oluşuyordu. Yaklaşık 9 ay süren kara harekâtında binlerce Osmanlı, İngiliz, Fransız, Hint ile Avustralya ve Yeni Zelanda (Anzak) askeri yaşamını yitirdi. Savaşın başındaki bu harekât, savaşın genel gidişi açısından kritik olarak görülüyor ve Birinci Dünya Savaşı’nın akışını değiştirdiği kabul ediliyordu. Tarih kitaplarında, Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı muharebeleri olarak kabul edilen Çanakkale’de, Müttefik kuvvetleri başarı olsaydı, Rusya’daki insan kaynağının silah ve malzemeyle donatılacağı, Rusya’da ihtilal ortamı oluşmayacağı, Almanya’nın müttefiki Osmanlı erken saf dışı kalacağı için de savaşın daha çabuk biteceği ifade ediliyordu. 1915 yılı başında Avrupa’daki mücadele, siper savaşlarına dönüşünce İngilizler, Balkanlar ve Çanakkale’de yeni cephelerin açılmasını düşünmeye başladı. Türklerin Şubat 1915’in ilk günlerinde Süveyş Kanalı’na yaptıkları taarruzları başarısızlıkla sonuçlanınca İngilizlere, Mısır’da bulunan kuvvetlerinin en azından bir kısmının yeni açılacak Çanakkale Cephesi’nde kullanma olanağı doğdu. Plana göre, Çanakkale önce donanma ile geçilecek, donanma Marmara’ya ulaşınca arkadan kuvvet yetiştirilecek ve İstanbul işgal edilecekti. Deniz savaşı planı gereği, Müttefik Donanması’na bağlı gemiler, 19 Şubat’ta Ertuğrul, Sebdülbahir, Kumkale, Orhaniye bölgelerini saatlerce ateş altına aldı. Ancak Osmanlı kuvvetlerinin bölgedeki bataryalarının tamamı susturulamayınca istenilen sonuç elde edilemedi. Ertesi gün yeniden saldırı planlanıyordu, hava koşulları buna izin vermedi. 25 Şubat’ta ikinci bombardıman yapıldı. 7 saat süren saldırı sonrası o bölgedeki Methal Grubu olarak adlandırılan Türk bataryaları tamamen susturuldu. Müttefiklerin büyük taarruzu ise 18 Mart sabahı gemilerinin boğaza girerek bombalarını karaya atmasıyla başladı. Boğazın o bölümündeki Türk bataryaları da karşılık verdi. Türk bataryalarının karşı atışlarında ilk isabeti Gaulois aldı ve battı. Ardından Fransız gemisi Suffren büyük yara aldı.  Akşama kadar süren savaşta bunları Bauvet, İrresistable, Ocean izledi. Saat 19.00’u gösterirken Müttefik donanmasının, boğazı terk ettiği görüldü. Böylece Çanakkale Savaşı’nın deniz çarpışmaları Osmanlı’nın zaferiyle sonuçlandı. 18 Mart’ta geri çekilen Müttefik kuvvetleri bu kez karaya asker çıkararak bölgeyi zapt etmeye karar verdi. Esas çıkarma bölgesi olarak Sebdülbahir seçildi. İngiliz ve Fransız tümenleri buraya çıkarılırken ikinci çıkarma bölgesi Arı Burnu da Anzak kolordusuna ayrıldı. Osmanlı ordusunun savunma planı ise kıyıda gözetleme için yeterli asker bırakmak, ihtiyattaki kuvvetlerin taarruzlarıyla da karaya çıkan Müttefik kuvvetlerini denize sürmekti. Çıkarma, 25 Nisan şafağında başladı. Bundan sonraki gün ve aylarda oldukça kanlı çarpışmaların yaşandığı cephede mücadele kısa sürede siper savaşlarına döndü. Kimi noktalarda siperlerde her iki kuvvetin askerleri zorlanmadan birbirleriyle sohbet edecek kadar yakındı. Genelkurmay Yayınları arasından çıkan “Çanakkale Muharebelerinin Esirleri/İfadeler ve Mektuplar” isimli eserde “B. Jamie” isimli askerin, 13 Ekim 1915’te Anzak koyunda “Sevgili Eric” diye başladığı mektubunda savaş şöyle anlatıyordu: “Senin sık sık savaşta olmanın daha doğrusu muharebede bulunmanın nasıl bir şey olduğunu merak ettiğini düşünüyorum. Gerçeği söylemek gerekirse Avustralya’da evde olmaya hiç benzemiyor. Pat pat pat diye her yerde makineliler çalışıyor, büyük top mermileri havayı acı, ince ve korkunç bir çığlık atarak yarıyor, büyük bir gürültü ile yere iniyor, toprağı parçalayıp kocaman çukurlar açıyor. Siperdeki Türklerle aramızdaki mesafe bazı yerlerde 18 metre kadar. Onlar da bizimle aynı şeyleri yapıyorlar. Bütün gün biz onlara onlar da bize bakıyor. Bazı özel günlerde onlar bizim vadideki siperlerimize her çapta top mermileri atarak hatları bozmayı ve mümkün olduğunca çok zarar vermeyi amaçlıyorlar. ‘Jack Johnson’ adını verdiğimiz büyük toplar 8-10 inç gibi çeşitli çaplarda. Mermilerinin havada gidişlerini duyabiliyor, bir sığınağa veya bir tünele girip patladıktan ve şarapnel parçaları yarımada üzerinde uçuşup dağıldıktan ve düşmesinden sonra tekrar açığa çıkıyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir de ‘15’lik’ adını verdiğimiz küçük kardeşleri var, bunların çapı ise 75 milimetre. Bunlar hemen hemen tüfek mermileri gibi peş peşe geliyorlar, bunlar yağmaya başlar başlamaz yoldan bir an önce çekilmelisin.”