Bazı meslek vardır, insan gıpta eder. O mesleklerde olanlar, milyarlarca insanın hayallerindeki işi yaparlar. Astronotluk da işte böyle bir meslek. Uçağın penceresinden bakarken bile heyecanlanırken dünyanın tamamına uzaydan bakmak nasıl bir duygudur acaba? Siz de merak ettiniz mi? Ya da astronot olmak için ne yapmak lazım? Uzaya gidip döndükten sonra bedeninizde ne gibi değişiklikler oluyor? Geçenlerde elime bir kitap geçti: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasından raflardaki yerini alan kitabın adı, “Bir Astronottan Hayat Dersleri”… Öyle eski bir baskı da değil. Bu yılın başında yayımlanmış bir kitap. Daha kitabın Giriş bölümünü okurken büyüleniyor, o bilinmez dünyanın içine çekiliyorsunuz. Kitabın yazarı Chris Hadfield…  20 Temmuz 1969’da Apollo 11 uzay aracıyla yapılan yolculukla insanlık Ay’a ayak bastığında 10 yaşlarında bir çocuk olan Hadfield, bu yolculuktan çok etkilendi ve astronot olma hayali ile büyüdü, ancak o yıllarda Kanada’nın  uzay ile ilgili herhangi bir çalışması olmadığı için astronot eğitimi alamadı. Bu yüzden meslek olarak bu alana yakın gördüğü pilotluğu seçti. 15 yaşındayken Kanada Kraliyet Hava Harp Akademisi'nde planör pilotu bursunu kazanıp 1978’de mezun olduktan sonra Kanada Silahlı Kuvvetleri’ne katıldı. 1982’de Harp Akademisi Makine Mühendisliği Bölümü'nde lisans eğitimini tamamladı. Ardından Kanada Hava Kuvvetleri’nde Temel Jet Eğitimi Programı’nın en başarılı mezunu olup “kraliyet nişanı”yla ödüllendirildi. Ayrıca bir dönem ABD Hava Kuvvetleri’nde de test pilotu olarak çalıştı. 1990’lı yılların başında havacılık sistemleri üzerine yüksek lisans yaptı. 1992 yılının Haziran ayında Kanada’nın astronot eğitim programına başvuran 5000’in üzerindeki aday arasından seçilerek 4 Kanadalı astronottan biri oldu. Chris Hadfield kitabına şöyle başlıyor: “Uzay gemilerinin pencerelerinden mucizeler görünür. Her 92 dakikada bir yaşanan gün doğumu, en altta turuncu bir katman, üzerinde kalın mavi bir katman ve en üstte yıldızlarla süslü, zengin, yoğun bir krema bulunan bir pasta gibidir. Gezegenimizin gizemli örüntüleri bu pencerelerden açık seçik görülebilir: Dümdüz ovalardan kaba saba dağlar yükselir, ormanlar kar örtüsünde açılmış yeşil kesikler gibi görünür, nehirler güneşin ışıklarını yansıtarak gümüş yılanlar gibi kıvrıla kıvrıla akar. Kıtalar çarşaf gibi serilmiş, adalar denizin üzerine minik yumurta kabuğu parçaları gibi serpiştirilmiştir. İlk uzay yürüyüşüme çıkmadan hemen önce basınç denge kabininde havada asılı bir şekilde dururken, hepsinden daha nadir bir güzellik görmek üzere olduğumu biliyordum. Dışarı çıkmak ve Dünya’nın etrafında saatte 28.163 kilometre hızla dönen bir uzay gemisine tutunarak kâinatı seyretmek, hayatım boyunca hayalini kurduğum ve uğrunda çalıştığım şeydi. İşte benim hikâyem. Hayatım kapıdan çıkmanın imkânsız olduğu durumlarla ve gitmek istediğim yere nasıl gidebileceğimi çözmeye çalışmakla geçti.”

Editör: TE Bilisim