Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Prof. Dr. Orhan Bingöl tarafından “Magnesia ad Maeandrum” adlı bir panel gerçekleştirildi. Aydın ili, Germencik ilçesi, Tekin Mahallesi sınırları içerisinde yer alan tarihi antik kenti anlatan Bingöl, kente dair yapılan kazı çalışmaları hakkında da bilgiler verdi. Magnesia M.Ö birçok devlete ev sahipliği yapmış bir antik kent olarak biliniyor. Literatürde ise“Beyaz Kaşlı Artemis’in Kenti” olarak da adlandırılıyor. Birçok topluluğa ev sahipliği yapmış antik kent ile ilgili kazı çalışmaları ise hala devam ediyor. Magnesia ad Maeandrum’da yapılan kazı çalışmalarının başkanlığını ise 2014 yılından bu yana Karabük Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü Başkanlığını yürüten Prof. Dr. Orhan Bingöl yapıyor. İ.Ö.334’LER… Magnesia’ya ait tarihi bilgiler vererek kenti anlatan Bingöl, konuşmasında şunlardan bahsetti: “Magnesia, gönül rızası ile Büyük İskender’le birleşene kadar İ.Ö.334’de Perslerin yönetiminde, daha sonra da onun komutanları tarafından kurulan Hellenistik dönem krallıklarından, önce Seleukos krallığının daha sonra da İ.Ö. 189’da Bergama krallığının hâkimiyetindeydi. Bu yıllar kentin en görkemli dönemleriydi. Kent, Priene, Ephesos, Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konumdaydı. Bu yıllarda Miletos ile yaptığı savaşı kazanan Magnesia'nın, sınırlarını Miletos ile komşu olacak şekilde Hybandos nehrine kadar genişlettiğini yine bir yazıttan öğreniyoruz.” “ASİA’NIN 7. KENTİ” Bingöl Magnesia’nınİ.Ö. 133 yılında Bergama krallığının vesayet yoluyla Roma imparatorluğuna bağlanmasıyla Magnesia da Asia eyaleti olarak adlandırılan Anadolu’daki Roma kentlerinden biri haline geldiğini ifade ederek,“İ.Ö. 87 yılında Pontus kralı 4. Mithradates’e direnerek, Roma'ya bağlılığını kanıtlayan kenti Sulla bağımsızlıkla ödüllendirdi. Roma döneminde Magnesia’nın nüfusu daha da artmış ve kent, sur sınırlarının dışına taşıp Gümüşçay’ın karşı kıyısında da yayılarak genişlemiş olmalıdır. Magnesia’nın kendisini 3. Gordianus dönemine ait bir sikke üzerinde Asia’nın 7. kenti olarak nitelendirmesi belki de bu büyümesiyle bağlantılıdır” dedi. “MAGNESİA 12. YÜZYILDA BİZANS KENTİ OLDU” Bingöl Magnesia’nın tarihine ilişkin sözlerini şöyle sürdürdü: “Magnesia’nın bu görkemi 262’de Ephesos ve Priene gibi Gotlar tarafından yakılıp yıkılmasıyla sona ermiş gibi görünse de kent, İ.S. 620–630 yıllarında Pers kralı II. Hüsrev’in ordularının akınlarına karşı koymak üzere Artemis kutsal alanı çevreleyen surun içine çekilmiştir. Magnesia 12. yüzyılda bir Bizans kenti ve piskoposluk merkezi olarak geçmektedir. Kentin 1300’lerden sonra Aydınoğulları Beyliği'nin hâkimiyeti altına girdiği, daha sonra karşılaştığı nehir taşkınlarının getirdiği hastalıklar sonunda da terk edilmesiyle ortadan tamamen kalktığı anlaşılmaktadır.” MAGNESİA’NIN ARAŞTIRMA TARİHÇESİ Bingöl Magnesia’nın araştırma tarihçesi hakkında da bilgiler vererek şunları söyledi: “Vitruvius'un kitabında mimar Hermogenes'e ait olduğunu yazdığı pseudodipteros planlı Artemis tapınağının Magnesia'da oluşu bu kenti bulmaya ve araştırmaya yönelik çalışmaların başlatılmalarının en büyük nedenidir. 18. yy.daGüzelhisar'ın, 1757’de ise Herakleia’nın Magnesia olduğu varsayılmıştır. 1800’de W. M. Leake kenti ziyaret edince Magnesia’yı doğru olarak tanımlayıp ve Artemistapınağının da ilk kez planını çizdiği bilinmekte. Daha sonra Hamilton, Leake’e dayanarak kenti ikinci kez tanımlayacaktır. 1817–1821 arasında J. N. Huyot’nun, DonaldsonDedreux ile birlikte çizdiği planlar bugün Paris’te BiblothéqueNationale'de olup, bir iki resim dışında yayınlanmamıştır.” 2017 ÇALIŞMALARI… 2017 yılında yapılan kazı çalışmalarına dair de bilgiler veren Bingöl, kazı alanındaki sütunlarda büyük yazıtlarla karşılaştığını ifade etti. Bingöl kazı esnasında ortaya çıkan yeni bilgiler hakkında şunları söyledi: “Orada hangi nedenle olduklarını bilmediğimiz şekilde yay hakkı kazanan kişilerin isimlerinin yazdığını fark ettik. Çok önemli yazıtlar, ama biraz tahrip olduklarını söylemek mümkün.” TAPINAĞA DAİR SON BİLGİLER Bingöl, tapınakta yer alan döşemelerle ilgili sürdürdükleri araştırmada değişik bulgulara ulaştıklarını ifade ederek şunları kaydetti:“Tapınağın basamaklarına ulaştığında tapınak bitiyor mu onu anlamaya çalıştık. Bu konudaki çalışmalarımız da halen devam etmekte, henüz sonuç alabilmiş değiliz. Geçen yılki bilgilere dönecek olursak döşeme olmayan gelişimden söz etmiştik. Döşeme olmamasının altında yatan nedenlere de değinmiştik. Bu tapınağın oluşumunda önceki aşamalara ilişkin bir takım belgeler olduğundan söz etmiştik. Ulaştığımız bilgilerden sonuncusu ise temelde yer alan parçalara ilişkin.” “DÜZGÜN PLANLAMALAR” Helenistik dönemdeki eserlerle ilgili düzgün planlara alışıldığından dolayı garipsediklerini dile getiren Bingöl,“Ya da gözümüz öyle görmek istiyor. Oysa kutsal alanlar içinde düzgün köşeli değildi. Herhangi bir nedenle duvar eğik ya da kavisli yapılabiliyor. Burada yaptığımız araştırmalarda ilginç olan ise sol üstteki bölümünde eğikliğe rastlamamış olmamız. Köşe yapan duvarın eğimli kavis yapan devamı söz konusu. Şuandaki bilgilerimizle de oradaki yapıyı herhangi bir şeyle bağdaştırmamız mümkün değil” ifadelerini kullandı. “2 YENİ TEMELE RASTLANDI” Bingöl kazı alanı ile ilgili yapılan çalışmalarda elde edilen yeni bulgular hakkında şunları konuştu: “Kutsal alandaki döşemeler ilgimizi çekerken acaba kutsal alanın güneyinde kalan alanın neden döşemesiz olduğu aklımızı kurcalayan sorulardan. Aynı sorun kuzen bölümü için de geçerli ama kuzeyde geç dönem yapısı olduğundan döşemeyi sonraki yıllara da bırakmış olabilirler ihtimali akıllara geliyor. Güney’de döşeme olmaması ile ilgili konuyu bir kenara bırakacak olursak bu alanın altında bir şey olacağını hiç düşünmediğimizi ifade etmek isterim. Belki bir döşeme vardır diye bir çapa boyunca kazı yaptık o bölgede. Yapılan kazı sonrasında ise o bölgede 2 tane temele rastladık.” TAPINAK DUVARLARININ DÜZGÜNLÜĞÜ… Panelin bitiminde soruları alan Prof. Dr. Orhan Bingöl, konuklardan birinin tapınak duvarlarının yamuk biçimde olup olmadığını sorması üzerine Bingöl şu cevabı verdi: “Kutsal alanların hepsinde zamanında edindiğimiz bilgilere göre eğer bir yerde geometrik bir alanda kutsal alan varsa, tapınak da muhakkak onun içinde, ortasında aynı geometrik şekilde oturtulmuştur düşüncesi hakim bizlerde. Fakat esasında öyle değil. Birçok örnekte de tapınaklar kutsal mekanların tam ortasına oturtulmuş vaziyette değiller. Araştırma esnasında da daha çok şu soruyu soruyoruz: ‘Baştan itibaren mi bu tapınak kendin içindeydi?’ Magnesia öyle değil ama. Tapınağın olduğu yerde ilk başlarda kent yoktu. Eğer ki tapınak Helenistik dönemin içinde yapılmamışsa hiçbiri geometrik bir duvarla çevrili değildi. Ada parsel olayından ötürü duvar bir düzen içinde yapılmak durumundaydı. Topoğrafik koşullarda imkan verdiğinden duvar düzgün bir şekilde inşa edilmişti. Onun dışındakilerin düzgün olması mümkün değildi. Çünkü birçok tapınak dağ başına yapıldığından dolayı duvarının da düzgün olması beklenemez.” (Türkan ÇATAL YILDIZ)