Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkent Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Tahir İkiler, Başkent Tiyatroları’nı Güçlü Anadolu Gazetesi’ne anlattı. Ankara tiyatrosunu, seyircisini ve Türkiye’de tiyatroya verilen değeri gazetemize değerlendiren İkiler, sorularımıza şu yanıtları verdi: Mehmet Tahir İkiler kimdir, kendinizi kısaca tanımlar mısınız? 1964 İstanbul doğumluyum. Annem ve babam tiyatro mesleğinden geldiği için tiyatro sanatımı ailemden aldım. Bir konservatuarda okul mezunu değilim. Yaklaşık 23 yıldır Ankara Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu’nda Genel Sanat Yönetmenliğini yapıyorum. Aynı şekilde oyuncu ve yönetmenlikte yapıyorum. Ama ondan önce ki tiyatro hayatım hep İstanbul’da geçmiştir. Tiyatro ile yoğrulan bir aileden yetişen bir tiyatrocuyum. Sizi tiyatro ile tanıştıran temel etken ne oldu, tiyatro ile nasıl tanıştınız? Annem ve babamın bu mesleği yürütürken çektiği sıkıntılar etkili oldu diyebiliriz. Küçük yaştan perde arkasında büyümeme rağmen, 23 yaşına kadar tiyatronun içine girmeyi düşünmedim. Çoğunlukla sahne arakasında kaldım. Askerden geldikten sonra kendimi tamamen tiyatroya verdim. Kendi yazdığım oyun ile sahneye çıktım. Tiyatroya girmemde etkili olan birinci sebep ailemin yaşlandığından dolayı, artık tiyatroyu yürütemez hale gelmesidir. Kuşağı devam ettirmem gerekiyordu ve öyle yaptım. ‘Beni ben yapan tiyatro ve Ankara’dır’ sözünüzü biraz açar mısınız? Benim gibi tiyatro ile uğraşan insanlar çok çile çekmiş ve çileli topraklardan gelen insanlardır. Ben tiyatroya çok emek verdim. Çok acı ve sıkıntı çektim. Sesimiz ve soluğumuz sadece bulunduğumuz ildeki sahnede çıkıyordu. Aile geçindirmek zorundaydık. Ankara’ya geldiğimde bir festival ile tanıştım. Festival neticesinde Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Melih Gökçek, bana bir teklifte bulundu. 1994 yılında Ankara’da tiyatroyla haşır neşir olmaya başladım. Burada sabit yazdığım, kendi öğrencilerimle oynadığım oyunlardaki başarım benim tiyatro kimliğime birçok ivmeler kattı. Burası benim için bir laboratuvar çalışması alanı haline geldi. Ailemi bir tarafa bırakıyorum ama Ankara Büyükşehir Belediyesi bana çok şey kattı. Bana kimliğimi kazandırdı. Beni ben yaptı. Söylediğim bu sözü onun için kullandım. Başkent tiyatrolarında ne tur çalışmalar yürütüyorsunuz, bize bu çalışmalardan bahseder misiniz? Başkent tiyatroları Türkiye’de örnek bir çalışmadır. Yani birçok üniversitedeki kardeşlerimizin tez konusu haline gelen bir çalışmadır. 1994 yılında buraya geldiğimizde burada tiyatro çatısı yoktu. Biz bu çatıyı oluşturduk. Ankara’daki tiyatro seyircisi çok farklıdır. Memur kentidir. Bizim başkent tiyatrosu bu memur kentine varoşlardan seyirci çekmeye başladı. Biz kendi içimizde farkında olmadan yıllık 85 bine yakın bir tiyatro seyircisi kazandırdık. Bizim tiyatro anlayışımız halkın arasından, halkın değer ve nabzını anlayan, onun sorunlarını dile getiren ve onu sorunlarıyla karşılaştıran bir tiyatro olduğu için yavaş yavaş halka kendini hissettirmeye başladı. Devlet tiyatrolarındaki arkadaşlarımız sanatı çok farklı bir üslup ile sergiledikleri için, tiyatro ile yeni tanışan birisine Shakespeare’i anlatmaya çalışmak bir ıstıraptır. Anadolu’da tiyatro ile hiç tanışmayan insanlara İstanbul Türkçesi ile duygularını geçiştirmek çok zor. Ankara’da, Keçiören’de, Mamak’ta, Altındağ’da ve Sincan’da tiyatro ile tanışmayan çok insan vardı. Bu insanlar başkent tiyatroları aracılığıyla tiyatro ile tanışıp kemikleşmeye başladılar. Türkiye’de tiyatro sanatına verilen değeri ne ile tanımlıyorsunuz? Tiyatro, ülkemizde el üstünde tutulan bir ortamdan bugünlere gelmedi. Devlet tiyatrosunu ve benim bulunduğum ödenekli tiyatroları bir tarafa koyuyorum. Bu işi hep özel tiyatrolarda kendi çabalarıyla yürüten insanlarla bugünlere gelmeye çalıştı. Usta çırak ilişkileriyle yürütmeye çalıştı. Birçok ünlü tiyatrocu da tiyatrosunu bu şekilde, aile tiyatrosu ile ayakta tutmaya çalıştı. Fakat devlet destek vermediği sürece, bu çok fazla revaçta olmadı. Televizyon, sinema ve video daha çok öne çıktı. Geçmiş ve bugün arasına baktığımızda sanat ve kültür politikasında çok büyük eksiklikler olduğu için, sanat camiasının en önemli parçası tiyatro hep üvey evlat muamelesi gördü. Bugünlerde iyiyiz. Son dönemlerde tiyatro salonlarına çekilen seyirci sayısı artmaya başladı. Bu durum bize umut veriyor. Kendi çabalarıyla ayakta durmaya çalışan tiyatrolar bulunuyor. Bu bize umut oluyor. Buradaki tiyatro hayatım bittiği zaman ben de tiyatromu dışarı da özel tiyatro olarak devam ettireceğim. Bugün özel tiyatroya başladığım anda belirli bir kitlemin oturduğuna inanıyorum. Seyirci sıkıntısı çekmeyeceğimden eminim. İşini düzgün yapan tiyatrocuları seyircisi asla yalnız bırakmıyor. Tiyatro alanında ciddi kıpırdanmalar var. İnşallah bu ödenekli tiyatroların sayısı da artar. Devlet tiyatrosu, o devlet ismini bir kenara bırakıp halkın tiyatrosu olma yoluna girecek bir politika anlayışı izlemelidir. Güzel şeyler bekliyoruz. Tiyatro geçmişteki gibi değil, biraz daha ileriye gidiyor. Sizce sanat özgür müdür, değilse nasıl özgür olmalıdır? Sanatın kendi bir özgürlüğü muhakkak vardır. Fakat bizdeki sanat özgürlüğü sanatçı özgürlüğü babına geldi. Sanatçı ben özgürüm istediğimi yaparım diyerek halka; bunu seyretmesen seyretme ama bu benim düşüncem diyerek, halktan kopuk ve sadece belli bir kesime hitap eden, anlayabilecek kapasitedeki insanların algısına açık bir sanat anlayışı, yani sanat artı elit toplum, sanat artı aydın toplum. Hayır, sanat herkes içindir. Sanat zaten doğanın içinde var. Sanatın ifade biçimini elit kesimin anlayabileceği bir yere oturtmuşuz. Sanat, ulaşılmaz bir mertebe. Hayır, herkesin anlayabileceği bir sanat anlayışı oturmak zorundadır. Çünkü sanat evrenseldir. Sanat, belli bir kesime hitap eden sanat anlayışı değildir. Bundan 20 yıl önce insanlar, Orhan Gencebay ve Müslüm Gürses’in yüzüne bile bakmazdılar. Ama şimdi bahsettiğimiz bu çağdaş kesimde bulunan insanlar, bu sanatçıların hayranı. Bu kesim, bundan 20 yıl önce alt tabakanın dinlediği müziği kendilerine yakın görmeye başladı. Bir barışma evresi var. Ankara müziğinin sadece bir gecekondudaki müzik olmadığını, bodrumdaki de anlamaya başladı. Bodrumdaki de kolunu oynatarak oynamaya başladı. Hâlbuki daha düne kadar Ankara’daki insanların kendi aralarında oynadığı bir yöresel oyundu. Hayır, sanat evrenseldir. Bunu oturtmalıyız. Sanat evrenseldir, evet sanat özgürdür ama sanatı özgür kılmak ve sanatçıyı özgür kılmak adına zorlama yapılmaması gerekir. Yani tiyatro sanatçısını alnında ışığı olan kimse olarak gördüğümüz sürece, ego dediğimiz o bencillik ve kibir, sanatın üzerinde bir demokrasi kılıcı gibi kesip doğrayıp atıyor. Sanatı halkla barıştırıp, özgür kılabilmek için herkesin anlayabileceği bir sanat dili kullanmalıyız. Bu sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada böyledir. Herkesin sanat şemsiyesi altında buluşması gerekir. Yani sanatı bir kesimin anlayışı olmaktan kurtarmalıyız. Ve herkes bu konuda üstüne düşeni yapacak. Bu anlamaz dememeliyiz anlatmalıyız. Çünkü sanat bir tedavi şeklidir. Osmanlı’da müzikle hasta tedavi ediliyordu. Avrupalılar bunu daha yeni yeni fark ediyorlar. Sanatla hastalık tedavi eden bir toplumdan geliyoruz. Fakat şimdi ise sanattan kopmuşuz. Sayın Cumhurbaşkanı da söylüyor; her şeyi yaptık fakat kültür sanatta geride kaldık diyor. Kültür sanatta daha önce de geride kalmıştık. Bu, sadece son 14 yıl için söylenecek bir durum değildir. Bu alana ülke olarak hiç yatırım yapmamışız. Sanatı bir kafese sokmuşuz. Şayet sanat bundan sonra bir ülke politikası olacaksa; yaşanılan değerlerin ayakta tutulabileceği, bir kültür politikamızın olacağı bir yol izlenmelidir. Bugün bir gecekondu mahallesinde ki bir çocuğu tiyatro ile tanıştırabiliyorsanız, bu durum bu ülkeye yapılabilecek en büyük iyiliktir. Onları yavaş yavaş ta olsa sanat ile barıştırmamız gerekir. Milli Kültür Şurası gibi şuralar çok önemli. Bu şuralar elli yıl önce olmalıydı. Bu tür çalışmalar ile her şeyi yavaş yavaş oturtmalıyız. Kültür şuraları geç kalınmış olabilir. Ama geç olsun temiz olsun. Bu çalışmalar kent ve kültür bilincinin ortaya çıkmasına vesile olacak. Geç değil inşallah her şey umduğumuzdan daha güzel olacaktır diye düşünüyorum. Genç tiyatroculara ve tiyatroya yeni başlayan kişilere hangi önerilerde bulunmak istersiniz? Ankara Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu kursu 20 yıldır devam ediyor. Her yıl bu tiyatroya en az 200 kişi başvuruyor. Bunların içerisinden 60 kişi seçilir ve kendilerine 8 aylık bir eğitim verilir. Burası ilk basamak olduğu için, buradan seçilen kişi konservatuara girer. Tiyatro yürütmek istiyorsa ilerler. Benim elli tane öğrencim var. Bu öğrencilerimin yarısı şuan da sahneye çıkabilecek kapasitededir. Bu öğrencilerimin her birisinin ayrı mesleği bulunuyor. Hepsi ileri de bir tiyatrocu olmayacak ama iyi bir tiyatro oyuncusu ve seyircisi olabilecekler. Bugüne kadar benim tezgâhımdan 1200’e yakın öğrenci yetişmiştir. Öğrenciler herhangi bir yere girmek istiyorlarsa öncelikle bizim gibi bir tiyatro okulundan ders almak zorundalar. Ve buradan topladıkları gücü konservatuvar sınavlarında kullanıp yükselebilirler. Kamuya bağlı tiyatrolarda ayakta durabilirler. Çünkü tiyatro zor bir meslektir. Buradan başkentlilere vermek istediğin bir mesaj var mı? En son İstanbul’da bir tiyatroya katıldım. Oradan tiyatro camiasından bir arkadaşımız aynen şunu söyledi; hocam Ankara bu konuda çok şanslı. Evet, Ankara’da tiyatro sanatçısı bu konuda çok şanslı. 12 tane devlet sahnesi var. Bizim iki tane sahnemiz bulunuyor. Bizim tiyatromuzun bütün repertuarı içerisinde o milli kültür şurasına güç ve kuvvet verecek bir konu bulunuyor. İlim ve sanat önem verilmediği yerden göç eder. Bunu yıllar öncesinden İbni Sina söylemiş. İlim ve sanattan kopartılmışız. Şimdi bizler barıştırmaya çalışıyoruz. Yunus Emre’yi ve Hacı Bayram’ı Veli’yi sahnede görmek Ankaralıya büyük umut verdi. Ankaralılar bizim tiyatronun içerisinde kendilerini bulacaklar. Hala bizimle tanışmayan başkentliler varsa, bizim internet sitemiz var. Bizi başkenttiyatrosu.com’dan takip edebilirler. Erken bilet alıp bizi izleyebilirler. Önümüzde ki yılda tıpkı bu sene olduğu gibi yoğun bir şekilde geçecek. Çok farklı bir kimliği tiyatro sahnesinde görebileceklerinden eminim. Herkesi tiyatromuza bekliyoruz. Kadir GÜRHAN-Onur BİNGÖL

Editör: TE Bilisim