Baharın gelmesiyle birlikte ağaçlar da yavaş yavaş tomurcuklanmaya başladı. Oldum olası sevmişimdir yeşili, baharın o pembe yüzünü… İnsanda ne gam kalıyor ne keder… İçin mi sıkıldı çık dışarıya bir yürüyüş yap sonra yat çimenlere hayatın tadı ancak böyle çıkıyor. Hayat yaşamayı bilene güzel. Aslına bakılırsa bu da bir meziyet… Bazıları ne yapsan ne etsen bir türlü  yaşadığı andan mutlu olamıyor. Doğuştan mutsuz. Öyle olmasa dahi hayatı ıskalamaktan keyfini süremiyor. Ben mutlu olmanın bir seçim olduğuna inanırım. Her iki seçenekte senin elindedir. Şıklardan birini elemek tamamıyla sana kalmıştır. Olumlu veya olumsuz düşüncelerin yönetimi tamamen kafanın içindedir. Çok önceden okuduğum ve okuyunca bir hayli etkilendiğim bir hikayeye denk gelmiştim. Bu hikayeyi simdi sizlerle de paylaşmak isterim. Umarım hayata bakış açınızı bir nebze de olsa değiştirebilir. ‘’ Hastahanenin bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu .Bunlardan koğuşa ilk gelen pencerenin önüne, ikincisi ortaya, üçüncüsü ise kapı kenarına yatırılmıştı. Ortadaki hasta iyimser bir adam olduğu için, neşeli konuşmalarıyla ötekileri eğlendiriyor ve kederlerini azaltmaya çalışıyordu. Soğuk bir kış gecesi, pencerenin yanındaki hasta öldü. Onu kaldırdıktan sonra ortadaki hastayı pencerenin önüne, kapının yanındakini de ortaya yatırarak, boşalan yere yeni bir hasta getirdiler. Pencerenin önüne alınan iyimser hasta, dışarıda gördüklerini anlatmaya başladı. Yol kenarındaki parkı, dev çınar ağaçlarını, cıvıldaşan kuşları işlerine koşan insanları, neşeli çocukları ve karşı dağlardaki çiçek dolu tarlaları uzun uzun anlatarak, çaresiz durumdaki arkadaşlarını rahatlatıyordu. Adam kısa bir süre sonra, gelip geçenlere isimler takmaya başladı. Öteki hastalar, artık sabah işe gidenlerin, seyyar satıcıların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin öykülerini dinleye dinleye, onları gözleri önünde canlandırıyordu. Kısa bir süre sonra hastahanenin ruha ağırlık veren havası dağılmış ve türlü geçmek bilmeyen can sıkıcı saatleri tatlı öyküler doldurmuştu. Bir gün ortadaki hastanın aklına bir fikir geldi. Eğer pencerenin önündeki hastaya bir şey olursa oraya kendisi geçecek ve onun öykülerini dinlemektense, dışarıdaki renkli ve canlı yaşamı kendi gözleriyle görecekti.  Bu düşünce günlerce kafasına yer etti. Yattığı yerden hep bunu düşünüyor ve çareler araştırıyordu. Sonunda onu da buldu. Pencerenin önündeki hastaya bazen kalp krizleri geliyordu. Adam bu durumda komodinin üzerindeki ilacına güçlükle uzanıyor ve odada hasta bakıcı olmadığından ilacı kendisi alıyordu. Bir gece, pencere önündeki hastaya yine bir kriz geldiğinde,  ortadaki hasta büyük bir gayretle doğrularak onun ilacını deviriverdi. Şişe yere düşmüş ve paramparça olmuştu. Ertesi sabah, pencerenin önündeki hastayı ölü buldular. Ve onu kaldırdıktan sonra, ortada yatan hastayı cam kenarına geçirdiler. Adam göreceği manzaranın heyecanıyla dışarıya baktığında beyninden vurulmuşa döndü.! Pencerenin bir kaç metre ötesinde, simsiyah bir duvardan başka hiçbir şey yoktu..’’

Editör: TE Bilisim