Tarihle yakından ilgilendiğimi söylediğimde birçok kişi “ben tarih sevmem” der. Ancak üzülerek söylemem gerekir ki okullarda okuduğumuz tarih belki sıkıcı olduğu için sevilmemektedir. Öğrencilik yıllarımızda önemli olayların tarihlerini ezberlemek zorunda kalmak ne eziyetti hepimiz iyi biliriz. Öte yandan o zamanlar bilmediğimiz, tarihin, kapıları açan sihirli bir anahtar olduğuydu. Tarih aslında Ali Baba ve Kırk Haramiler hikâyesinde mağaranın kapısını açan “açıl susam açıl”dır. Onun bu yanını kavrayınca yelkene dolan rüzgâr sizi, engin denizlere yol aldırır. Örneğin, resmi bir dille yazarsak şöyle diyebiliriz: 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın imzalandığı gündür. Kurtuluş Savaşı'nın resmen sona ermesi ile birlikte Türkiye, Sevr Antlaşması ile kendisinden alınan toprakları ve hakları Lozan’da geri almıştır. Resmi olarak sınırlarımızın çizildiği Antlaşma, bu nedenle oldukça önemlidir. Ancak bu kadar basit değildir. Şimdi sihirli anahtarımızı kullanalım, tarihin kapısını aralayalım ve o günlere bir gidelim. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 14 Ocak 1923’te bir ay sürecek Batı Anadolu gezisine çıktı. İlk durağı, Eskişehir oldu. Son durak ise 17 Şubat 1923’teki İzmir İktisat Kongresi…  Mustafa Kemal yurt gezisine çıktığında Lozan’da görüşmeler devam ediyordu. Gezisinin yarısında görüşmeler kesildi. Milli Mücadele başarıyla sonuçlanmış ama henüz barış tam sağlanamamıştı. Gazi Mustafa Kemal işte bu geziler sırasında 16/17 Kânunusani 1339’da [16/17 Ocak 1923] İzmit Kasrı’nda İstanbul gazetecileriyle bir araya geldi. Onlarla uzun bir mülakat yaptı. Tabii Ankara’nın gözü kulağı Lozan’dan gelecek haberdeydi. Gazetecilerin de soruları arasında Lozan öncelikli yer tutuyordu. Şimdi, birebir aktaracağım ve üç gün sürecek yazımızın ilkine başlayalım: Gazi Paşa- Düşmanlarımız, Sevr Antlaşması’nın içeriğinde görünen bizi imha etmek maksadını, başka bir kisve ile takip ediyorlar. Zannederim ki iki aya yakın bir zamandan beri Lozan’da görüşmeler ve tartışmalar devam ediyor. Bu görüşmeleri siz daha iyi takip ediyorsunuz. Söz konusu olan meselelerin zeminini güzelce biliyorsunuz. İsterseniz hep beraber ufak bir özet yapalım: Biliyorsunuz ki konferans, üç kola ayrıldı. Biri Curzon’un başkanlığı altında arazi ve Boğazlar meselesiyle iştigal ediyor. Diğeri Barer’in başkanlığında Kapitülasyonlarla, üçüncüsü Garroni’nin başkanlığı altında azınlıklar meselesiyle iştigal ediyor. Sadece bu bölünme İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların alakadar oldukları meseleleri göstermeye kâfidir. Aslında İngilizler Boğazlarla, Fransızlar Kapitülasyonlarla alakadardır. Osmanlı Devleti’nden en evvel imtiyaz alan Fransızlardır. Hindistan’da da ilk imtiyazı Fransızlar almıştır. Curzon’un başkanlığındaki arazi komisyonun tetkik ettiği meselelere bakalım: Bu komisyonda evvelâ Trakya hududu müzakere edilmiştir. Biliyorsunuz ki biz, Trakya hududunu Balkan Harbi’nden sonraki hudut olarak kabul ve bunun tespitini talep ediyoruz. Bunun dışında hududun iki tarafında belirli mesafede arazi askerlikten tecrit edilsin ve iki taraftan hiçbiri buraya tecavüz etmesin. Bizim hudut hakkındaki teklifimiz bu idi ve hâlâ da budur. Onlar bunu kabul etmediler. Hududun Meriç olmasını ileri sürdüler. Karaağaç’ın bize verileceğini ifade ettiler. Bugün son malumata göre Yunanlar, Mudanya askeri sözleşmesine muhalif olarak Meriç’in beri tarafına bir miktar asker geçirmişlerdir. Dolayısıyla Trakya hududu meselesi kesin çözüme yaklaşmamıştır. İsmail Müştak Bey– Ne kadar asker geçirmişlerdir? Gazi Paşa– Bir tabur Yunan askeri Karaağaç’a gönderilmiştir ve o civara, köylerimizin üzerine ateş etmişlerdir. Benim son malumatım budur. Batı Trakya hakkındaki teklifleri kesin olarak reddetmişlerdir               . Ahmet Emin Bey– Orasını talep ettik mi? (devamı yarınki makalemizde)

Editör: TE Bilisim