Hafta sonu yerel medyayı bilgilendirmek amacıyla Antalya’da üçüncüsü düzenlenen ‘Göç ve Mülteciler Konularında Bilgi ve Farkındalık’ Semineri’ne kurumum adına katıldım. Türkiye’nin 81 ilinden gelen 180 gazeteciden bir tanesi de bendim. Tahminlerime göre yaş ortalaması 45’i bulan katılımcıların yüzde 80’ini ‘Alaylı’ gazeteciler oluşturuyordu. Son yıllarda ulusal basında az da olsa sayıları giderek azalmaya başlayan ‘Alaylı’ gazetecilerin kendilerine en çok vücut buldukları yerler ise doğal olarak yerel medya kuruluşları oluyor. Ankara yerel medyasında yaklaşık üç yıldır çalışan ve medyada etik sorunu, toplumsal cinsiyet ve ayrımcılık kavramlarını iyi bir eğitimle öğrencilerine içselleştiren bir okuldan mezun olan biri olarak katıldığım panelde edindiğim izlenimleri sizlerle paylaşmak istedim. Üç yıldır yerel medya alanında çalışan biri olarak gazetelerdeki ayrımcı, cinsiyetçi ve ötekileştirici dilin ortadan kaldırılmasının birinci şartı; yerel gazetelerde gazetecilik yapan ‘Alaylı’lara toplumsal cinsiyet, ayrımcılık ve medya etiği konusunda derslerin verilmesidir. Elbette ki farklı nedenleri de buradan sıralayabilirim fakat düzenlenen seminerin başlığına bağlı olarak ilerlemek istiyorum. Gazetelerde ki bu ötekileştirici dilin önüne geçmek istiyorsak bu eğitimin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Saat sabah dokuzda başlayan seminer,  göçmenler ve mülteciler konusunda hazırlanan sunumlarla devam etti. Bu sunumların en önemli bulduğum yanları ise açıklanan rakamların çarpıcılığıydı. Hatta benim bu tezimi sunum yapan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği iletişim Asistanı Sevcan Hacılar, şu cümlesi ile adeta destekledi: “Rakamlar çok önemlidir, küresel sorunun gerçekliğini bize en güzel şekilde sunan rakamlardır.” En çarpıcı bulduğum birkaç başlığı aynı şekilde yazıyorum: Her iki mülteciden biri çocuk, 28 Avrupa ülkesinden daha çok mülteci barındırıyoruz. Her 113 kişiden biri zorla yerinden ediliyor. 224 bin Suriyeli çocuk Türkiye’de doğdu vb. Sunumlar bittikten sonra soru cevap kısmına geçildi. Bu kısımda Soruların sorulmasını ve cevapların verilmesini bekliyordum. Fakat beklediğimin tam tersi bir durum gerçekleşti. Seminer’in bu bölümü adeta birebir tartışmaya dönüştü. ‘Alaylı’ ağabeylerimiz paneli, içeriğinden ve başlığından kopararak adeta siyaset tartışmasına dönüştürdüler. Söz alarak, sunumu yapan SGDD Genel Kordinatörü’ne, “Suriyeliler ne zaman ülkemizi terk edecekler” diyen ‘Alaylı’ gazeteciden ise, hiç bahsetmek bile istemiyorum. Bu gazetecinin mülteciye çelme takan ve bu hareketi ile dünya gündemine oturan meslektaşımızdan ne farkı var?  Biz basın mensupları olarak yerelde mültecilere ne şekilde yer veriyoruz, yer verirken hangi dili kullanıyoruz, farkındalık oluşturmak için ne yapmalıyız? Sorularının cevaplarını aramaktan çok, biz mültecileri niye besliyoruz, mülteciler ülkelerine ne zaman dönecekler, devlet onlara yardım ediyor da kendi vatandaşına neden yardım etmiyor, neden vergi vermeden dükkan açıyorlar? Sorularına yanıt aramaya çalıştık. Soru cevap kısmında yürütülen tartışmaların beni pek de hayal kırıklığına uğratmadığını söyleyebilirim. Yerelde ‘Alaylı’lar konusunda edindiğim izlenim, seminerde adeta pekişiyordu. Sonuç olarak; ‘Alaylı’ların medya etiği, toplumsal cinsiyet ve ayrımcılık konusunda eğitim almaları gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki de bu yazdıklarım bütün ‘Alaylı’lar için geçerli mi? Elbette ki hayır. Seminere katılan ‘Alaylı’ ağabeylerime ricada bulunuyorum; birkaç gazetenin internet sitesinin arama kısmına mülteciler anahtar kelimesini kullanarak arama yapsınlar. Bu arama sonucunda medyada mülteciler ile ilgili çıkan haberlere baksınlar ve ne demek istediği mi anlayacaklardır. Çıkacak olan haberlerin çoğun da, küresel sorunun arka planındaki gerçeklik göz ardı edilmiş, haberlerin sadece boğulma, ölüm ve kaçak rakamları ile öne çıkarıldığını göreceklerdir.